MEKSİKA & GUATEMALA

"AZTEK VE MAYALAR’IN İZİNDE"

02 Mart - 13 Mart 2024

Sumidero Kanyonu

Dünyanın en derin kanyonlarından biri olan Sumidero

Atitlan

Mayalar'ın kutsal gölü ve aktif volkanlar

Antigua

Orta Amerika'nın en güzel kolonial mimarili kenti Antigua


Chichenitza

Mayalar'ın efsane tapınağı


Program (11 gün)

1. Gün 02 Mart 2024 Cumartesiİstanbul–Mexico City

1 Mart Cuma akşamı saat 23.00’te THY kontuarı önünde buluşma. Check in ve pasaport işlemlerinden sonra 2 Mart cumartesi günü saat 02.30’da direk Mexico City’e hareket. Aynı günün sabahı saat 08:15’te Meksiko City’e varış. Otele geçip valizleri lobiye bırakıyor ve bir süre lobide dinleniyoruz. Andından, Chapultepec Parkı'nın girişinde bulunan ve Orta Amerika kültürlerine ışık tutan Meksika Ulusal Antropoloji Müzesi'ni ziyaret edeceğiz. Sonrasında tekrar otelimize dönüyor ve check in yapıyoruz. Şehir merkezinde bulunan otelimizin hemen yakınında bulunan caddeye ve meydana çıkıp uygun bir yerde yemek yiyoruz. Konaklama Mexico City’de.

2. Gün 03 Mart 2024 PazarMexico City- Teotihuacan - Mexico City

Sabah erken alınan kahvaltıdan sonra başkente 50 km uzaklıktaki, UNESCO tarafından Dünya Mirası Listesi'ne alınan Teotihuacan antik şehrini gezmek için yola çıkıyoruz. Bir saatlik yolculuk sonrası “Tanrıların Yeri” anlamına gelen Teotihuacan, Yeni Dünya’nın en eski şehri olup aynı zamanda Kolomb öncesi Mezo-Amerika’nın gelmiş geçmiş en büyük şehri ve dini merkezidir. Arkeolojik park gezisinde Teotihuacan’ın en büyük yapısı Güneş Piramidi, Ay Piramidi, Ölüler Yolu, büyük Tanrı “Tüylü Yılan” a ithaf edilen Quetzalcoatl Tapınağı, Kelebekler Sarayı'nı göreceğiz. Akşam tekrar Meksiko City’e dönüş.

3. Gün 04 Mart 2024 PazartesiMexico City

Sabah kahvaltısı sonrası tam günlük Meksiko City turumuz başlıyor. 2250m yükseltide bulunan ve 25 milyonu aşan nüfusuyla, dünyanın en büyük metropollerinden biri olan, Aztekler döneminde “Ulu Tenochtitlan” denilen krallar şehri Mexico City’nin, UNESCO tarafından Dünya Mirası Listesine alınan tarihi merkezini ziyaret ediyoruz. Zocalo olarak bilinen dev Anayasa Meydanı, bir Aztek tapınağının yerine inşa edilen Metropolitan Katedrali, ünlü sanatçı Diego Rivera’nın Meksika tarihini anlatan duvar resimlerinin bulunduğu Palacio Nacional Hükümet Sarayı’nı geziyoruz. Bu gezimizin ardından Frida Kahlo müzesi’ne gidiyoruz. Buradan Soçimilko’ya gidiyoruz ve tekneyle kanallarda tur atıp Meksika’ya özgü Mariaciz müzikleri dinliyoruz. Konaklama aynı otelimizde.

4. Gün 05 Mart 2024 SalıMexico City- Guatemala City

Sabah kahvaltısının ardından havalimanına gidiyoruz. Buradan uluslararası uçuşla Guatemlala’nın başkenti Guatemala City’e uçuş. Öğleden sonra Guatemala City’e varışın ardından özel aracımızla başkente 1 saat mesafede bulunan eski başkent Antigua’ya geçiyor ve otelimize yerleşiyoruz. Sonrasında bu şirin koloni kantinin tarihi sokaklarında bir tur atıp yemeğe gidiyoruz. Konaklama Guatemala City’de.

5. Gün 06 Mart 2024 ÇarşambaAntigua

Sabah kahvaltısı sonrası yürüyerek tarihi şehri geziyoruz. UNESCO korumasındaki Antigua kenti adeta bir açık hava müzesini andıran ızgara planlı eski şehir. Burası 1773 yılına kadar başkent olarak kullanılmış fakat aynı tarihteki deprem sonrası başkent 30 km uzaklıktaki Guatemala ya taşınmıştır. Barok mimarisinin önemli yapıtlarından olan La Merced Kilisesi, San Francisco Katedrali, Convento Capuchinas manastırı gibi yapılar da ziyaret edildikten sonra serbest zamanın ve alışveriş imkanı. Geceleme otelimizde.

6. Gün 07 Mart 2024 PerşembeAntigua-Atitlan Gölü-Panajahel

Sabah kahvaltısının ardından Mayalar’ın efsane yerleşim bölgesi olan Atitlan Gölü’nün hemen kıyısında bulunan Panajahel’e gidiyoruz. 2 saat süren yolculuk sonrası Panajahel’e varıyor ve otelimize yerleşiyoruz. Sonrasında şehrin şirin sokaklarında tur atıyoruz. Gün batımında ise tabi ki Atitlan Gölü’nün muhteşem manzarasını izlemeye gidiyoruz. Konaklama Panajahel’de.

7. Gün 08 Mart 2024 CumaPanajahel-Atitilan Gölü- Guatemala City

Kahvaltı sonrası hep birlikte tekne ile hem göl turu yapıyoruz hem de bir adaya çıkıp yerel kültürün geleneksel pazarlarını geziyoruz. Öğleden sonra ise güzel coğrafyalardan kahve bahçeleri arasından yol alıp tekrar başkent Guatemala City’e dönüyoruz ve doğrudan havalimanına gidyoruz. Buradan kısa bir iç uçuş sonrası Efsane Maya antik kenti olan Tikal’in bulunduğe Froles kentine uçuyoruz.

8. Gün 09 Mart 2024 CumartesiTikal

Kahvaltı sonrası Guatemala’nın en önemli arkeolojik sit alanı olan ünlü Maya tapınağı Tikal’e gidiyoruz. Orman içinde bulunan bu ünlü yapıyı tüm gün geziyoruz. Bazı pramidlerin üzerine çıkma imkanımız olacak. Çok nemli vı sıcak bir gün olacağı için yanımıza yedek bir tşört almakta pfayda verdir. Tur bitiminde tekrar Flores2e dönüyor ve göl kıyınsında güzel bir mekanda akşam yemeği iyoyruz. Konaklama Flores’te.

9. Gün 10 Mart 2020 PazarFlores-Cancun

Kahvaltı sonrası havaalanına gidiyoruz. Buradan Cancun’a uçuyoruz. 1. saatlik bir uçuş sonrası Cancun’a varış ve otelimize yerleşme. Sonrasında Meksika Körfezi içinde bulunan ünlük Karayiplerde denizen ve sahilin tadını çıkarıyoruz. Konaklama Cancun’da.

10. Gün 11 Mart 2024 PazartesiCancun- Chichenitza

Kahvaltı sonrası Mayalar’ın en önemli tarihi kalıntılarından biri olan ve UNESCO dünya mniras listesinde bulunan Chichenitza’ya gidiyoruz. Mayalar’ın günümüze kadar gelmiş en sağlam eseri Kabul edilen bu yapıyoyı gördükten sonra dönüş yolunda içinde yüzme imkanı bulacağımız güzel Obruklardan birine grime fırsatımız olacak. Tam günlük gezi sonrası tekrar Cancun’a dönüyoruz ve son kez denizen tadını çıkarıyoruz. Konaklama Cancun’da.

11. Gün 12 Mart 2024 SalıCancun- İstanbul

Sabah kahvaltı sonrası havalimanına transfer oluyoruz. Saat 14.25’te direk olarak İstanbul’a uçuyoruz. Turumuz 13 Mart Çarşamba sabahı 10.10’da İstanbul Havalimanı’nda sona eriyor.

Yorumlar: Bu gezi hakkında görüş bildiren kişiler

Tura katılan kişi sayısı :

Kişi 1:

Yorum 1

Kişi 2:

Yorum 2

Kişi 3:

Yorum 3


Görüş Bildirin

MAYALARIN ÜLKESİ: GUATEMALA

Honduras’ın topikal bir orman örtüsü içine gizlenmiş 2000 yıllık tarihi Maya piramitlerinin bulunduğu Copan Ruinas’ı gezdikten sonra rotamı bir başka Maya ülkesi Guatemala’ya çevirdim. Köylülerin sebze taşıdığı pikap türü yerel bir aracın üzerinde havadar bir yolculuk yaptıktan sonra El Florido sınır kapısına geldim. Orta Amerika ülkelerinin en güzel tarafı Panama’dan başlayıp, Kosta Rica, Nikaragua, Honduras, Belize ve El Salvador’da dahil olmak üzere Guatemala’dan geçip Meksika sınırına kadar bir Allahın kulunun biz Türklerden vize istememesiydi. Nitekim sadece iki dolar karşılığı iki dakikalık bir işlemden sonra ülkenin ekonomik durumuyla örtüşen bir tarzda yapılmış basit bir barakadan oluşan sınır kapısından binlerce yıllık Maya kültürünün belki de yeryüzündeki en büyük mirasçıları olan Guatemala topraklarına giriş yaptım. İlk iş olarak bir dolar karşılığı 7.5 Quetzals’den oluşan bir miktar yerel para temin ettim. Daha ziyade Uzakdoğu ülkelerinden aşina olduğum ve iki kişinin ancak sığdığı tuktuk türü çevresi kapalı tuktuklardan birine atlayıp Chikuimula kentine vardım. Oradan etrafta bol miktarda at ve büyükbaş hayvanların otladığı yemyeşil bir doğa ortamında dört saatlik bir yolculuktan sonra ülkenin Karayip kıyılarında bulunan en önemli liman kenti Puerto Barrios kentine geldim. Şansım yaver gitti de birkaç yerli ve benim gibi yolunu kaybetmiş bir Avrupalı gezgin ile tamda o saatte kalkmak üzere olan motorlu bir tekneye atlayıp ülkenin Karayipler kıyısındaki sayfiye yeri Livinsgton’a geldik. Karaya ayak bastığımızda hava kararmak üzereydi ve inceden bir yağmur başlamıştı. Bu küçük sahil kasabasının tek caddesi üzerinde bir süre etrafı keşfeder tarazda incelediğimde saçakların altına gizlenmiş masalarda tek tük Avrupalı gezgini otururken gördüm. Çok ilginç bir duygu ama dünyanın neresine gitsem yabancılık çektiğim ortamda birkaç Avrupalı gezgine rastladığımda kendimi sadece güvende hissetmiyor, sanki memleketten tanıdık birine rastlamış gibi bir duyguya kapılıyorum. Biraz ıslanmayı göze alarak caddenin sonuna kadar bir tur atıp tüm konaklama tesislerini gezdikten sonra Karayipler manzaralı bir odaya yerleştim. Yarım saat sonra tekrar caddeye çıktığımda kendimi iyi hissetmemi sağlayan Avrupalı gezginlerin sayısının daha da armış olduğunu gördüm. Bu duruma sanırım yağmurun durmuş olmasında etkisi vardı. Saçak altında gizlenmiş yemek masaları biraz daha kaldırıma doğru ilerlemişti. Deniz ürünlerinin revaçta olduğu bar-restoran karışımı bir mekanda karar kıldım. Seçimimin ne kadar yerinde olduğunu biraz sonra gelen leziz yemekten ve daha da önemlisi ortamı tamamlayan, etnisitesiyle uyumlu şıkır şıkır müzisyenlerin nefis şarkılarını dinlediğimde gördüm. Livingston, Coğrafi Keşifler’den sonra koloni dönemlerinin çok hareketli yerleşimlerden birisi olmuş. Afrika’dan binlerce köle bu kıyılardan kıta içlerine doğru taşınarak özellikle şeker kamışı plantasyonlarında zorla çalıştırılmışlar. Tabii tüm kıtada olduğu gibi burada da toplumsal çalkantılar yüzyıllar boyu devam etmiş. Çocukluğumda bu ülkeyle ilgili çok fazla gerillalar ve ordu birliklerinin sürekli çatışma içinde olduğu haberleri aldığımı hatırlıyorum. Ancak geçmişteki acılar hangi boyutlarda olursa olsun hayat bir yandan devam ediyor ve buradaki insanlar inadına yaşamın pozitif ritmini günlük hatalarından asla eksik etmiyorlar. Ülkenin diğer kesimlerine göre bu kıyı yerleşmelerinde Mayaların torunlarından çok, Afrika kökenli ailelerin siyah mı siyah tenli torunları yer alıyor. Hal böyle olunca ellerine geçirdikleri bilimum bitki kökleri ve metallerden her türlü alete birer ritim vererek ortalığa pozitif bir hareket ve eğlence getiriyorlar. Geceden geriye size de Karayip kıyılarında deniz ürünlerinden oluşan nefis bir menü ve Bop Marley mirasının esintileri kalıyor. Ertesi gün bu defa kıtanın Koloni öncesi gerçek sahiplerinin torunlarının çoğunlukta olduğu Maya kültürüne tanıklık etmek için Karayip kıyılarına veda edip Dulce Nehri’nden bir tekneyle görkemli bir cangılın içine daldık. Bitki köklerinin suların içine gömüldüğü Amazon vari geniş bir nehirde her türlü yaban kuşların çığlıkları eşliğinde ilerledik. Nehrin derinliklerine daldığımızda kıyıda yaşayan yerlilerin kazıklar üzerine oturtulmuş derme çatma baraka evlerine rastladık. Tamda içimden geçirirken kaptanımız teknemizi kuytu bir köşeye çekip ormanın ve nehrin içindeki gizli insan yaşamına tanıklık ettik. En çok ilgimi çeken şey köylülerin kullandıkları her türlü eşyanın neredeyse tamamının çevredeki değişik bitlilerden yapılmış olmasıydı. Elimde olsa o köylülere ömür boyu ekolojik hayat onur ödülü verirdim. İki saatlik bir tekne yolculuğun ardından bir doğa harikası olan İsabal Gölü’ne ulaştık. Göl kıyısında manzarası güzel bir yere komik denecek kadar az bir para vererek yerleştim. Ertesi gün sabahın ilk ışıklarıyla bir otobüse atlayıp konforlu bir yolculuktan sonra başkent Guatemala City’ye geldim. Koloni döneminin klasik İspanyol mimarisi özelliği taşıyan başkent meydanında bir tur atıp yürüyerek yapığım kısa bir çarşı Pazar turunun ardından, her biri sanat harikasına benzeyen çok eski ama rengarenk araçlardan birine binip ülkenin en çok turist çeken ve UNESCO dünya listesinde yer alan Antigua kentine ulaştım. Terminalden inip sokağa ilk adımımı attığım anda gerçektende görülmeye değer çok özgün bir antik kent olduğu ilk bakışta fark ediliyor. Geniş sokaklar ve her biri en fazla iki kattan oluşan birbirinden renkli evlerden oluşan cıvıl cıvıl sokaklar yer alıyor. Evlerin içi ise Akdeniz ülkelerinin mimari özelliğini yansıtacak şekilde geniş avlulardan oluşuyor. O sokaklarda da hemen hepsi el dokuması aynı renk ve aynı tip kumaş elbise giyen yerli kadınlar dolaşıyor. Antik Kent Antigua’da her şeye rağmen en çok ilgimi çeken şey terminaldeki “chicken Bus” dedikleri kamyondan bozma ve sanat eseri olarak dizayn edilmiş otobüsleri oldu. Sırf o otobüslerden biriyle yolculuk etmek için dereler tepeler aşarak En fazla Maya yerlisinin yaşadığı Atitlan Gölü çevresine gittim. İyi ki de gitmişim. Tamamen yerle kültürün yansıtıldığı bir festivale denk geldim. Festivalden mi kaynaklanıyor yoksa her zaman mı böyle anlayamadım ama yediden yetmişe kadın, erkek, kız, kızancık tüm insanlar tek tip elbise giymişlerdi. Daha da ilginç olan ise tüm elbiselerin desenin ve renginin aynı olmasıydı. Kuytu bir köşe başında yerimi ve makinemi ayarlayıp yüzlerce fotoğraf çektim. Göl kıyısında bekleyen teknelerden birine atlayıp, ikiz huni şeklinde volkanik gölün ortasında yükselen volkanik dağların eteklerindeki küçük yerleşimleri dolaştım. Ülkenin deniz kıyısındaki siyah tenlilerin aksine bu bölgedeki insanlar tamamen bu bölgeye özgü bir görünüme sahipti ve hepside esmer tenli ve kömür gibi siyah saçlara sahipti. Yüzyıllardır geleneksel yaşamlarını sürdürürken belki de atalarından geriye yaşamlarındaki en büyük değişim adım başı Katolik kiliselerinde bulunduğu dini inançlarıydı. Ancak yinede bu inançlarını yaşarken geçmişteki geleneklerinden izler taşıyorlardı. Latin Amerika deyince akla öncelikle İknalar geliyor ancak İknalar Mayalara göre oldukça yeni sayılırlar. 15 ve 16. yüzyılda en parlak dönemlerini yaşarlarken alfabe kullanmamaları çok ilginç bir durum. Mayalar tüm Amerika kıtasının en eski ve en büyük uygarlığı sayılmakta. Tarihi iknalara göre çok daha eskilere gitmekle birlikte bıraktıkları eserlerde ve ulaştıkları uygarlık düzeyi de oldukça ileri düzeyde. İşin ilginç tarafı okuma yazma bile bilmeyen bir İspanyol generali olan Hernan Cortes ve topu topu 500 adamının Aztek ve Mayalar’ın binlerce ordusunu hem de doğru dürüst tek kurşun bile atmadan şark kurnazlığı ile alt etmesidir. Mayalar yüzlerce yıllık bir uygarlık kurarak Meksika’nın doğusundaki Yucatan bölgesi ile Guatemala ve Honduras başta olmak üzere Orta Amerika’nın geniş bir bölgesinde tarihin büyük medeniyetlerinden birini kurmuşlar . Taa ki 16. yüzyılın başında Avrupalılar buralara ayak basıncaya kadar.

Önceki turlardan seçme fotoğraf ve videolar.