"AZTEK VE MAYALAR’IN İZİNDE"
Ulu Tenochtitlan
Güneş Piramidi,Ay Piramidi, Ölüler Yolu, büyük Tanrı "Tüylü Yılan"
Melekler Şehri Puebla
Çamula yerlilerinin ünlü mezarı ve şaman
UNESCO korumasındaki Antigua kenti
İstanbul Atatürk Havalimanı'nda saat 05:00'te Air France kontuarı önünde buluşma ve gerekli işlemlerden sonra saat 07:05'te AF1391 sefer sayılı uçağıyla Paris'e hareket. Saat 08:45'te Paris'e varışımızın ardından yaklaşık 2 saatlik bir aktarma süresi sonrası Meksika'ya hareket. Saatlerimizi 8 saat geri aldığımız için aynı günün akşamında, saat 16:20'de Mexico City'e varış. Özel aracımız ve yerel rehberimiz eşliğinde otelimize transfer. Geceleme Mexico City'de.
Sabah kahvaltısının ardından Meksiko City gezimize başlıyoruz. 2250m yükseltide bulunan ve 25 milyonu aşan nüfusuyla dünyanın en büyük metropollerinden biri olan, Aztekler döneminde "Ulu Tenochtitlan" denilen krallar şehri Mexico City'nin UNESCO tarafından Dünya Mirası Listesine alınan tarihi merkezini ziyaret ediyoruz. Zocalo olarak bilinen dev Anayasa Meydanı, bir Aztek tapınağının yerine inşa edilen Metropolitan Katerali, ünlü sanatçı Diego Rivera'nın MEksika tarihini anlatan duvar resimlerinin bulunduğu Palacio Nacional Hükümet Sarayı'nı geziyoruz. Bu gezimizin ardından, Chapultepec Parkı'nın girişinde bulunan ve Orta Amerika kültürlerine ışık tutan Meksika Ulusal Antropoloji Müzesi'ni ziyaret ediyoruz. Akşam hep birlikte yemek yiyoruz. Geceleme otelde.
Sabah erken alınan kahvaltıdan sonra başkente 50 km uzaklıktaki UNESCO tarafından Dünya Mirası Listesi’ne alınan Teotihuacan antik şehrini gezmek için yola çıkıyoruz. Bir saatlik yolculuk sonrası “Tanrıların Yeri” anlamına gelen, Yeni Dünya’nın en eski şehri olup aynı zamanda Kolomb öncesi Mezo-Amerika’nın gelmiş geçmiş en büyük şehri ve din merkezi olan Teotihuacan'a varıyoruz. Arkeolojik Park gezisinde Teotihuacan’ın en büyük yapısı Güneş Piramidi; Ay Piramidi; Ölüler Yolu; büyük Tanrı “Tüylü Yılan” a ithaf edilen Quetzalcoatl Tapınağı; Kelebekler Sarayı’nı göreceğiz. Akşam tekrar Meksiko City’e dönüş. Buradan Soçimilko’ya gidiyoruz ve tekneyle kanallarda tur atıp Meksika’ya özgü Mariaciz müzikleri dinliyoruz. Konaklama aynı otelimizde.
Sabah kahvaltısının ardından Frida Kahlo’nun evini ziyaret ediyoruz. Ardından Meksiko City’den ayrılıyoruz ve “Melekler Şehri” olarak adlandırılan Puebla’ya doğru hareket ediyoruz. İki saatlik bir yolculuk sonrası Puebla’ya varıyoruz ve önce otelimize yerleşiyoruz. Koloniyal mimari tarzında inşa edilen şehir, Unesco korumasında ve ızgara şeklinde yapılmış durumda. Popocatepet Yanardağı’nın eteklerinde yer alan şehirde Zocalo Meydanı, görkemli katedrali ile UNESCO tarafından Dünya Mirası Listesine alınan tarihi merkezi ve güzel sanatlar çarşısını geziyoruz. Geceleme otelde.
Otelimizde kahvaltının ardından, Meksika’nın güneyindeki verimli bir vadide yer alan Oaxaca’ya hareket ediyoruz. Öğle vakti Oaxaca’ya varışımızın ardından Monte Alban antik kentine gidiyoruz. Burada öğle yemeğimizi yiyor ve ardından Zapotek kültürüne ait olan ve UNESCO listesinde yer alan antik açık hava müzesini geziyoruz. Ardından otelimize yerleşiyoruz. Tropikal bahçe içinde yer alan güzel manzaranın, havuzun ve gün batımının keyfini çıkarıyoruz. Konaklama Oaxaca’da.
Sabah kahvaltısının ardından dev gövdesi ve 40 metrelik boyu ile Dünya’nın en büyük ağaçlarından biri olan iki bin yıllık Tule ağacını görüyoruz. Sonrasında Tekila ve Mezcal içki üretim tesisini geziyoruz. Burada hem yerel içeceklerden tadıyoruz hem de satın alıyoruz. Ardından, UNESCO tarafından Dünya Mirası Listesine alınan ve Meksika’nın en ilgi çekici şehirlerinden biri olan Oaxaca’nın tarihi merkezini görmeye gidiyoruz. Yerel halkın önemli bir kısmı Mikstek ve Zapotek orijinli olduğu için şehirde yerlilerin etkisi daha fazla hissedilmektedir ve 1521’de İspanyollar tarafından ele geçirilen şehirde Santo Domingo Kilisesi ve manastırıyla Meksika’daki barok sanatının en güzel örneklerini barındırmakta. Akşam şehir meydanında bir dans gösterisi izleyebilir, dahası dansa bizzat katılabiliriz. Geceleme otelimizde olacak. Hotel Victoria Oaxaca
Kahvaltının ardından otelden ayrılıp havalimanına gidiyoruz. Buradan 1 saatlik uçuş sonrası Çiapas eyaletinin başkenti Tuxla Gutierez kentine uçuyoruz. Öğleden sonra varışımızın ardından Sumidero Kanyonu’na geçiyoruz. Burada tekneyle iki saat boyunca dünyanın en önemli kanyonlarından biri olan Sumidero’yu ve etraftaki yabanıl hayata tanıklık ediyoruz. Sonrasında ise otelimize yerleştikten sonra nehir kenarında kurulan kolaniyal şehri geziyoruz. La Ceiba Hotel.
Sabah saat 07.00 de kalkış ve kahvaltının ardından yola çıkıyoruz. Jovel Vadisi'nde 2100 metrede bulunan ve UNESCO tarafından koruma altına alınan San Cristobal de las Casas’a doğru yola devam ediyoruz. 1528’de erken sömürge döneminde kurulan ve Chiapas eyaletinin eski başkenti San Cristobal tek katlı evleri, parke taşlı sokakları, kiliseleri, kemer altılarıyla kolonyal mimarinin en güzel örneklerindendir. Burada önce yerel bir kabile grubunun yaşadığı geleneksel bir köye gidiyoruz. (Zinekantan Köyü) Burada el yapımı kumaş ve tekstil ürünleri, yöresel içecekler ve özel yapım yöresel böreklerden tadıyoruz. Sonrasında bölgenin en önemli yerel kabilesi olan Çamula yerlilerinin ünlü mezarını ve şaman kilisesini geziyoruz. Tarihi San Cristobsl sokaklarını turladıktan sonra akşam yemeği yerel restoranda.
Sabah erken saatte kahvaltı yapmadan yola çıkıyoruz. Yolumuzun üzerinde nefis bir manzarada açık büfe kahvaltı yapıyoruz. Sonrasında tropical ormanların içinden yolcuk yapıp, yolumuzun üzerinde bulunan Agua Azul, Misol-ha Şelalesini görüyoruz. Burada dileyen arkadaşlar şelalenin serin sularına kendilerini bırakırken dileyenler alışveriş yapabilirler. Öğleden sonar ise Unesco Miras Listesi’nde yer alan tarihi Maya kalıntılarının bulunduğu ünlü Palenque Pramitlerini geziyoruz. Otelimize yerleştikten sonra gece hep birlikte dışarı çıkıp güzel bir mekanda yemek yiyoruz.
Kahvaltı sonrası Guatemala sınırına transfer oluyoruz ve bizleri gezdiren aracımızdan sınırda ayrılıyoruz ve Guatemala sınırına gidiyoruz. Sınırda gerekli işlemleri yaptıktan sonra Guatemalaya geçiyoruz. Yeni aracımız ve Guatemalalı yerel rehberimiz eşliğinde Flores’e gidip otelimize yerleşiyoruz. Geceleme Flores’te.
Kahvaltı sonrası Guatemala’nın en önemli arkeolojik sit alanı olan ünlü Maya tapınağı Tikal’e gidiyoruz. Orman içinde bulunan bu ünlü yapıyı tüm gün gezdikten sonra akşam tekrar Flores’e dönüyoruz. Sonrasında otelden ayrılıp havalimanına gidiyoruz ve yerel havayolları ile Guatemala City’e uçuyoruz. 1 saatlik uçuş sonrası Guatemala City’e varış ve özel aracımızla Antigua’ya geçip otelimize yerleşiyoruz. Konaklama Antigua’da.
Sabah kahvaltısının ardından yerel rehberimiz eşliğinde öğleye kadar UNESCO korumasındaki kenti yürüyerek geziyoruz. Antigua adeta bir açık hava müzesini andıran ızgara planlı eski şehir. Burası 1773 yılına kadar başkent olarak kullanılmış fakat aynı tarihteki deprem sonrası başkent 30 km uzaklıktaki Guatemala ya taşınmıştır. Barok mimarisinin önemli yapıtlarından olan La Merced Kilisesi, San Francisco Katedrali, Convento Capuchinas manastırı gibi yapılar da ziyaret edildikten sonra serbest zamanın ve alışveriş imkanı. Geceleme otelimizde.
Kahvaltı sonrası serbest zaman. Ardından havalimanına transfer. Saat 13:40’ta Aero Mexico ile mexico Cty’e uçuş. Saat 15:05’te Mexiko City’e varışımızın ardından iç hatlardan dış hatlara geçiyoruz ve Air France ile saat 19:45’te paris’e hareket ediyoruz. Geceleme uçakta.
Öğleden sonar saat 13:30’da Paris’e gelişimizin ardından 15:25’te AF5088 nolu seferiyle (Bu uçuşu Air France adına Atlasjet servis ediyor) Istanbul’a uçuyoruz. Turumuz Atatürk Havalimanı’nda saat 21:00 de sona eriyor.
Tura katılan kişi sayısı :
Yorum 2
Yorum 1
Yorum 2
Honduras’ın topikal bir orman örtüsü içine gizlenmiş 2000 yıllık tarihi Maya piramitlerinin bulunduğu Copan Ruinas’ı gezdikten sonra rotamı bir başka Maya ülkesi Guatemala’ya çevirdim. Köylülerin sebze taşıdığı pikap türü yerel bir aracın üzerinde havadar bir yolculuk yaptıktan sonra El Florido sınır kapısına geldim. Orta Amerika ülkelerinin en güzel tarafı Panama’dan başlayıp, Kosta Rica, Nikaragua, Honduras, Belize ve El Salvador’da dahil olmak üzere Guatemala’dan geçip Meksika sınırına kadar bir Allahın kulunun biz Türklerden vize istememesiydi. Nitekim sadece iki dolar karşılığı iki dakikalık bir işlemden sonra ülkenin ekonomik durumuyla örtüşen bir tarzda yapılmış basit bir barakadan oluşan sınır kapısından binlerce yıllık Maya kültürünün belki de yeryüzündeki en büyük mirasçıları olan Guatemala topraklarına giriş yaptım. İlk iş olarak bir dolar karşılığı 7.5 Quetzals’den oluşan bir miktar yerel para temin ettim. Daha ziyade Uzakdoğu ülkelerinden aşina olduğum ve iki kişinin ancak sığdığı tuktuk türü çevresi kapalı tuktuklardan birine atlayıp Chikuimula kentine vardım. Oradan etrafta bol miktarda at ve büyükbaş hayvanların otladığı yemyeşil bir doğa ortamında dört saatlik bir yolculuktan sonra ülkenin Karayip kıyılarında bulunan en önemli liman kenti Puerto Barrios kentine geldim. Şansım yaver gitti de birkaç yerli ve benim gibi yolunu kaybetmiş bir Avrupalı gezgin ile tamda o saatte kalkmak üzere olan motorlu bir tekneye atlayıp ülkenin Karayipler kıyısındaki sayfiye yeri Livinsgton’a geldik. Karaya ayak bastığımızda hava kararmak üzereydi ve inceden bir yağmur başlamıştı. Bu küçük sahil kasabasının tek caddesi üzerinde bir süre etrafı keşfeder tarazda incelediğimde saçakların altına gizlenmiş masalarda tek tük Avrupalı gezgini otururken gördüm. Çok ilginç bir duygu ama dünyanın neresine gitsem yabancılık çektiğim ortamda birkaç Avrupalı gezgine rastladığımda kendimi sadece güvende hissetmiyor, sanki memleketten tanıdık birine rastlamış gibi bir duyguya kapılıyorum. Biraz ıslanmayı göze alarak caddenin sonuna kadar bir tur atıp tüm konaklama tesislerini gezdikten sonra Karayipler manzaralı bir odaya yerleştim. Yarım saat sonra tekrar caddeye çıktığımda kendimi iyi hissetmemi sağlayan Avrupalı gezginlerin sayısının daha da armış olduğunu gördüm. Bu duruma sanırım yağmurun durmuş olmasında etkisi vardı. Saçak altında gizlenmiş yemek masaları biraz daha kaldırıma doğru ilerlemişti. Deniz ürünlerinin revaçta olduğu bar-restoran karışımı bir mekanda karar kıldım. Seçimimin ne kadar yerinde olduğunu biraz sonra gelen leziz yemekten ve daha da önemlisi ortamı tamamlayan, etnisitesiyle uyumlu şıkır şıkır müzisyenlerin nefis şarkılarını dinlediğimde gördüm. Livingston, Coğrafi Keşifler’den sonra koloni dönemlerinin çok hareketli yerleşimlerden birisi olmuş. Afrika’dan binlerce köle bu kıyılardan kıta içlerine doğru taşınarak özellikle şeker kamışı plantasyonlarında zorla çalıştırılmışlar. Tabii tüm kıtada olduğu gibi burada da toplumsal çalkantılar yüzyıllar boyu devam etmiş. Çocukluğumda bu ülkeyle ilgili çok fazla gerillalar ve ordu birliklerinin sürekli çatışma içinde olduğu haberleri aldığımı hatırlıyorum. Ancak geçmişteki acılar hangi boyutlarda olursa olsun hayat bir yandan devam ediyor ve buradaki insanlar inadına yaşamın pozitif ritmini günlük hatalarından asla eksik etmiyorlar. Ülkenin diğer kesimlerine göre bu kıyı yerleşmelerinde Mayaların torunlarından çok, Afrika kökenli ailelerin siyah mı siyah tenli torunları yer alıyor. Hal böyle olunca ellerine geçirdikleri bilimum bitki kökleri ve metallerden her türlü alete birer ritim vererek ortalığa pozitif bir hareket ve eğlence getiriyorlar. Geceden geriye size de Karayip kıyılarında deniz ürünlerinden oluşan nefis bir menü ve Bop Marley mirasının esintileri kalıyor. Ertesi gün bu defa kıtanın Koloni öncesi gerçek sahiplerinin torunlarının çoğunlukta olduğu Maya kültürüne tanıklık etmek için Karayip kıyılarına veda edip Dulce Nehri’nden bir tekneyle görkemli bir cangılın içine daldık. Bitki köklerinin suların içine gömüldüğü Amazon vari geniş bir nehirde her türlü yaban kuşların çığlıkları eşliğinde ilerledik. Nehrin derinliklerine daldığımızda kıyıda yaşayan yerlilerin kazıklar üzerine oturtulmuş derme çatma baraka evlerine rastladık. Tamda içimden geçirirken kaptanımız teknemizi kuytu bir köşeye çekip ormanın ve nehrin içindeki gizli insan yaşamına tanıklık ettik. En çok ilgimi çeken şey köylülerin kullandıkları her türlü eşyanın neredeyse tamamının çevredeki değişik bitlilerden yapılmış olmasıydı. Elimde olsa o köylülere ömür boyu ekolojik hayat onur ödülü verirdim. İki saatlik bir tekne yolculuğun ardından bir doğa harikası olan İsabal Gölü’ne ulaştık. Göl kıyısında manzarası güzel bir yere komik denecek kadar az bir para vererek yerleştim. Ertesi gün sabahın ilk ışıklarıyla bir otobüse atlayıp konforlu bir yolculuktan sonra başkent Guatemala City’ye geldim. Koloni döneminin klasik İspanyol mimarisi özelliği taşıyan başkent meydanında bir tur atıp yürüyerek yapığım kısa bir çarşı Pazar turunun ardından, her biri sanat harikasına benzeyen çok eski ama rengarenk araçlardan birine binip ülkenin en çok turist çeken ve UNESCO dünya listesinde yer alan Antigua kentine ulaştım. Terminalden inip sokağa ilk adımımı attığım anda gerçektende görülmeye değer çok özgün bir antik kent olduğu ilk bakışta fark ediliyor. Geniş sokaklar ve her biri en fazla iki kattan oluşan birbirinden renkli evlerden oluşan cıvıl cıvıl sokaklar yer alıyor. Evlerin içi ise Akdeniz ülkelerinin mimari özelliğini yansıtacak şekilde geniş avlulardan oluşuyor. O sokaklarda da hemen hepsi el dokuması aynı renk ve aynı tip kumaş elbise giyen yerli kadınlar dolaşıyor. Antik Kent Antigua’da her şeye rağmen en çok ilgimi çeken şey terminaldeki “chicken Bus” dedikleri kamyondan bozma ve sanat eseri olarak dizayn edilmiş otobüsleri oldu. Sırf o otobüslerden biriyle yolculuk etmek için dereler tepeler aşarak En fazla Maya yerlisinin yaşadığı Atitlan Gölü çevresine gittim. İyi ki de gitmişim. Tamamen yerle kültürün yansıtıldığı bir festivale denk geldim. Festivalden mi kaynaklanıyor yoksa her zaman mı böyle anlayamadım ama yediden yetmişe kadın, erkek, kız, kızancık tüm insanlar tek tip elbise giymişlerdi. Daha da ilginç olan ise tüm elbiselerin desenin ve renginin aynı olmasıydı. Kuytu bir köşe başında yerimi ve makinemi ayarlayıp yüzlerce fotoğraf çektim. Göl kıyısında bekleyen teknelerden birine atlayıp, ikiz huni şeklinde volkanik gölün ortasında yükselen volkanik dağların eteklerindeki küçük yerleşimleri dolaştım. Ülkenin deniz kıyısındaki siyah tenlilerin aksine bu bölgedeki insanlar tamamen bu bölgeye özgü bir görünüme sahipti ve hepside esmer tenli ve kömür gibi siyah saçlara sahipti. Yüzyıllardır geleneksel yaşamlarını sürdürürken belki de atalarından geriye yaşamlarındaki en büyük değişim adım başı Katolik kiliselerinde bulunduğu dini inançlarıydı. Ancak yinede bu inançlarını yaşarken geçmişteki geleneklerinden izler taşıyorlardı. Latin Amerika deyince akla öncelikle İknalar geliyor ancak İknalar Mayalara göre oldukça yeni sayılırlar. 15 ve 16. yüzyılda en parlak dönemlerini yaşarlarken alfabe kullanmamaları çok ilginç bir durum. Mayalar tüm Amerika kıtasının en eski ve en büyük uygarlığı sayılmakta. Tarihi iknalara göre çok daha eskilere gitmekle birlikte bıraktıkları eserlerde ve ulaştıkları uygarlık düzeyi de oldukça ileri düzeyde. İşin ilginç tarafı okuma yazma bile bilmeyen bir İspanyol generali olan Hernan Cortes ve topu topu 500 adamının Aztek ve Mayalar’ın binlerce ordusunu hem de doğru dürüst tek kurşun bile atmadan şark kurnazlığı ile alt etmesidir. Mayalar yüzlerce yıllık bir uygarlık kurarak Meksika’nın doğusundaki Yucatan bölgesi ile Guatemala ve Honduras başta olmak üzere Orta Amerika’nın geniş bir bölgesinde tarihin büyük medeniyetlerinden birini kurmuşlar . Taa ki 16. yüzyılın başında Avrupalılar buralara ayak basıncaya kadar.