İRAN KÜLTÜR GEZİSİ

TAHRAN-KAŞHAN-İSFAHAN-YAZD-PASARGAD-PERSAPOLİS-ŞİRAZ

İpek yolu

Persopolis

Büyük İskender’in kıskançlıktan yaktığı dönemein en büyük sarayı

Şiir

Şairleri ile ünlü Şiraz

Dünyanın yarısı

1.Şah Abbas’ın kurduğu Esfahan, Nıfs-ı Cihan

Zerdüştler

Tamamen kum ve kerpiçten yapılmış Zerdüştlerin memleketi Yazd kenti


Program (9 gün)

1. Gün 12 Ekim 2018 CumaİSTANBUL-TAHRAN

Atatürk Havalimanı Dış Hatlar terminalinde THY kontuarı önünde saat 06:30’da buluşma ve check in işlemlerinden sonra TK870 sefer sayılı uçuşu ile saat 09:25’te Tahran’a uçuş. 12.50’de Tahran’a varışımızın ardından özel aracımızla Tahran turumuza başlıyoruz. İlk durağımız Gülistan Sarayı’nı ve Ulusal İran Müzesi oluyor. Akşam yemeğimizi yedikten sonra otelimize dönüyoruz. Konaklama Espinas Place Hotel Tahran’da.

2. Gün 13 Ekim 2018 CumartesiTAHRAN

Sabah otelde alınan kahvaltının ardından tam gün Tahran’ı geziyoruz. Gezimize Kaçar krallarının yazlık ikametgâhı olarak inşa edilen Saad Abad kompleksi ile başlıyoruz. Sonrasında meşhur Tajrish Pazarı’nda gidip alış veriş yapıyoruz. Ardından dünyanın en büyük pembe elmasının bulunduğu mücevher müzesini, hemen akabinde Reza Abbas müzesini geziyor ve Tahran’daki son durağımızı görmek için Miladi Kulesi’ne gidiyoruz. Konaklama Espinas Place Hotel Tahran’da.

3. Gün 14 Ekim 2018 PazarTAHRAN–KASHAN-ISFAHAN

Sabah kahvaltısının ardından İsfahan’a doğru yola çıkıyoruz. Tahran’dan ayrılmadan önce Azadi Kulesi’ni ziyaret ediyoruz. İran'ın en önde gelen fermandarlarından sayılan Amir Kebir'in öldürüldüğü ve aynı sahnenin heykellerle canlandırıldığı tarihi Fin Hamamı gezisi ile turumuz devam ediyor. Yol güzergahımızda bulunan ve Kaşhan'da yer alan tarihi evleri geziyoruz (Tabatabai). Sonraki durağımız kendinizi İslam öncesi İran’da, bir Sasani köyündeymiş gibi hissedeceğiniz Abyaneh Köyü oluyor. Ardından Zayende Nehri üzerindeki tarihi köprüleri gezip özelikle 33 tane kanalı olan ünlü Siesepol Köprüsü kıyısında kısa bir fotoğraf mola veriyoruz. Sonrasında otelimize transfer. Konaklama Parsian Kowsar Hotel İsfahan’da.

4. Gün 15 Ekim 2018 PazartesiISFAHAN

Sabah kahvaltısının ardından Dünya Kültür Mirası listesinde bulunan 1.Şah Abbas’ın kurduğu Safavilerin efsanevi başkenti olan İsfahan’ı bir diğer adı Nıfs-ı Cihan’ı (dünyanın yarısı) gezmeye başlıyoruz. İlk durağımız dünyanın ikinci en büyük meydanı olan ve aynı zamanda iki büyük camiye, bir saraya ve bir de çarşıya ev sahipliği yapan eski Şah Meydanı (Naqsh-e Jahan Meydanı) oluyor. Meydanda yer alan 17.yy’dan kalma ünlü Kırk Sütunlu Köşkü, Ünlü Ali Gapu Sarayı’nı, Şeyh Lütfullah Camii’ni hemen akabinde bakırcılar çarşısını ve kapalı çarşıyı gezip alış veriş yapıyoruz. Sonrasında kentin Yeni Culfa mahallesinde bulunan ve bir Ermeni kilisesi olan Vank Kilisesi’ni geziyoruz. Gezimizin ardından otelimize dönüyoruz. Konaklama Parsian Kowsar Hotel İsfahan’da.

5. Gün 16 Ekim 2018 SalıISFAHAN–NAIN–MEYBUD–YEZD

Sabah kahvaltı sonrası Çöl içindeki Yezd kentine doğru yola çıkıyor ve keyifli 4 saatlik bir yolculuk yapıyoruz. Yol üzerinde bulunan Meybud kasabasında; Naein Kalesi, Güvercin Kulesi ve Su sarnıcında fotoğraf molası veriyoruz. Sonrasında ise Meybod’u geziyor çöl mimarisinin detaylarını görüyor ve Şah Abbas Kervan Sarayı’nda kısa bir mola verip yola devam ediyoruz. Yezd kentine vardıktan sonra Amir Çakmak Meydanı’na gidiyor ve küçük bir alış veriş molası veriyoruz. Sonrasında otelimize gidiyoruz. Konaklama Parsian Safaeiyeh Hotel Yezd’da.

6. Gün 17 Ekim 2018 Çarşamba YEZD-PASARGAD-ŞİRAZ

Sabah kahvaltı sonrası UNESCO tarafından dünyanın en eski kentlerinden biri kabul edilen ve tamamen kum ve kerpiçten yapılmış Zerdüştlerin memleketi Çöl içinde kurulmuş Yazd kentini geziyoruz. İlk durağımız Sessizlik kuleleri (Burası yakın zaman kadar ölülerin gömülmeyip yırtıcılara bırakıldığı yerdir) Kendine özgü toprak mimarisiyle bilinen şehir turumuzda, 3000 yıldır söndürülmeyen Ateş tapınağını Sonrasında UNESCO Dünya Miras Listesi’nde yer alan ve Ahameniş Hanedanlığı’na başkentlik yapmış olan Pasargad şehrini ziyaret ediyoruz. Şiraz’a varışımızın ardından otelimize yerleşiyoruz. Geceleme Grand Chamran Hotel Şiraz.

7. Gün 18 Ekim 2018 PerşembeŞİRAZ-PERSOPOLİS-NECROPOLİS-ŞİRAZ

Sabah otelde alınan erken kahvaltı sonrası yola çıkıyoruz. Yol üzerinde dünyaca ünlü İran narlarından alıp yiyoruz. Devamında ise Şiraz Ovası’nda bulunan ve Pers tarihinin en önemli hükümdarı olan Krallar Kralı Darius’un sarayı Persapolis kalıntılarını geziyoruz. MÖ 512 tarihinde yapılan ve Büyük İskender’in Doğu seferi sırasında harabeye çevrilen 100 sütunlu bu sarayı gezdikten sonra Ahameniş dönemi ve öncesi ile Sasaniler Dönemi’ne ait kutsal ve arkeolojik bir alan olan Nakşi Rüstem’i (Ahameniş Kral Mezarları) geziyoruz. Akşam vakti Şiraz’a varıyoruz. Konaklama ve akşam yemeği Şiraz’da.

8. Gün 19 Ekim 2018 CumaŞİRAZ

Sabah kahvaltısında sonra akşama kadar sürecek olan Şiraz gezimize başlıyoruz. Nasır El Mülk Camii’ni, Han Medresesini, Karim Khan kalesini, Narenjestan’ı büyük çarşı içerisindeki Saray-ı Müşir bedestenini ziyaret ediyoruz. Hafız’ın türbesinde şiir okuyoruz. Son durağımız muhteşem çiniler ile süslü Şah’ı Çeragi türbesi oluyor. Akşam hep birlikte yemek yiyoruz. Gece havalimanına transfer.

9. Gün 20 Ekim 2018 CumartesiŞİRAZ- İSTANBUL

Günün ilk saatlerinde Şiraz havalimanından THY ile İstanbul’a hareket. Salı gece yarısı havalimanına gidiyoruz ve saat 02.00’de direk İstanbul’a uçuyoruz. Gezimiz sabah 05:35’te İstanbul Atatürk Havalimanı’nda sona eriyor.

Yorumlar: Bu gezi hakkında görüş bildiren kişiler

Tura katılan kişi sayısı :

Admin – Nisan 03, 2017:

Yorum 2

Ahsan – Nisan 01, 2017:

Yorum 1

Kişi 3 – Nisan 2017:

Yorum 2


Görüş Bildirin

İSFAHAN: NEFS-İ CİHAN

İran’ın tüm kentleri içinde İsfahan’ın çok ayrı ve özel bir yeri vardır. İşte bundandır ki ona “İsfahan nefs-i cihan.” Yani “İsfahan dünyanın yarsıdır” derler. Hani bizim edebiyatçılarımızın İstanbul üzerine dizdikleri ciltler dolusu methiyeler vardır ya; işte Acem-Fars edebiyatçılarının İsfahan için dizdikleri methiyelerde hiç onlardan geri kalası değildir. Gerçekten de baştan sona tüm İran kentlerini gezdiğinizde İsfahan’ın bambaşka bir şehir olduğunu kente girdiğiniz ilk anda anlayabilirsiniz. Gizemli Asya yollarına düşen tüm gezginler İsfahan’a girdiklerinde ilk olarak doğruca şehrin kalbinin attığı, sağlı sollu dükkanların sıralandığı meşhur Charbeg Caddesi üzerindeki Amir Kabir Hosteli’ne gidip mütevazi bir odaya yerleşirler ve küçük avlusunda sıcak bir çay içip farklı milletlerden gelip Asya yollarına düşen gezginlerle laflayıp biraz soluklandıktan sonra bu özgün şehri gezmeye başlarlar. Nereden mi? Tabi ki Zayende Nehri’nden. 15. yüzyılda Timur Ankara’yı yakıp yıktıktan sonra geri dönüşte hışmını alamamış olacak ki İsfahan’a da hatırı sayılır derecede zarar vermiş. Ancak 1560’larda Acem kralı Şah Abbas kenti başkent yapmaya karar verince kentin güzel görünümünün temelleri o zamandan atılmış. Zayende Nehri’ni dikine kesen ve Siesepol Köprüsü’nü de aşıp öbür yakaya kadar uzanan ana cadde üzerinde uzanan üç sıra halinde koca çınar ağaçları sıralanıyor. Bir zamanlar Şah görkemli süvarilerini bu ağaçların arasındaki üç ayrı yolun ortasından geçirip seferlerine gidermiş. Yandaki yolların kenarına ise şimdiki gibi dükkanlar değil gül bahçeleri ve su havuzları bulunurmuş. Hemen onların gerisinde de bey konakları ve sultan malikhaneleri yer alırmış. Şimdilerde sadece koca çınarların yerli yerinde durduğu o caddeden ilerleyerek İsfahan’ı ikiye bölen ve neredeyse kurumaya yüz tutmuş Zayende Nehri’ne ulaştım. Özellikle sıcak mevsimlerde işi gücü bırakan İsfahanlılar bir nebze ferahlamak için bilhassa akşam vakitlerinde soluğu bu nehrin kenarlarında alıyorlar. En koyu sohbetlere nargile fokurtuları ve ülkenin Hazar kıyılarında yetişen çayların demi karışıyor. Hızlarını alamayanlar nehri üzerindeki beş köprüden birinin sırtına binip öbür taraftaki geniş parkın üzerine yayılarak mangal tüttürüyorlar. Nehirdeki bu beş köprünün her birinin ayrı bir hikayesi ve önemi ve mimarisi var. Ama bu köprülerin en önemlisi ve en görkemlisi hiç kuşku yok ki; Siesepol. 1602 yılında yaptırılan bu köprünün gerçek adı ise “Allahverdi Han Köprüsü.” Siese Farsça’da 33 anlamına geliyor. “pol” ise köprü demek. Köprünün altında 33 ayrı taş kemerli bölümden su aktığı için bu isimle anılıyor. Siesepol sadece bir köprü olmaktan ibaret değil. Şehrin tarihi ve sosyal hayatının en büyük tanığı da onun ta kendisi. O dedenle İsfahan gezinizin en az birkaç saatini mutlaka ona ayırmanız gerekiyor ve bu sürenin bir kısmıda mutlaka akşam üzerine denk gelmeli. Köprünün üzeri oldukça dar. İki yüklü devenin ancak yan yana geçebileceği genişlikte. Çünkü köprü, arabaların henüz esamesinin okunmasından çok çok önceleri İpek Yolu üzerinde bulunan şehrin meşhur İbrişim Çarşısı’ndaki tiril tiril kumaşların ve bilimum baharatların kervanlarla taşınmasında kolaylık olsun diye yapılmış. Köprünün altındaki basamakların üzerinden ince bir tül kadar hafif ve ipek bir kumaş zerafetinde sular akıp gidiyor. Köprünün tarihi kokusuna dokunmak için çıplak ayakla bir süre yürümek iyi geliyor. Sonra her iki girişinde kurulan çayhanelerinden birine oturup okkalı çayı yudumlarken bir taraftan da köprünün zarif bedenini, kemerlerini ve arasından süzülüp akan sularını seyretmek insanın tüm yorgunluğunu alıyor. Çok alışık bir durum olmasa da ara sıra genç sevgililer köprünün altında hem serinlemek hem de birbirine yasaksız dokunabilmek için zulalarda kaybolup kısa süreliğine de olsa devrimi gizlice sarsıyorlar. Belki de bu yönüyle şehirde en çok hayır duası alanların başında sevgilileri gizlice buluşturan Siesepol Köprüsü alıyor. İsfahan’da çekilen fotoğrafların yarısından fazlasını da yine bu tarihi köprü üstleniyor. Siesepol’le bol hasret giderdikten sonra şehrin kalbinin attığı bir başka bölge daha bizi hasretle bekliyor. DÜNYA’NIN EN BÜYÜK AVLUSU Zayende Nehri ve üzerindeki tarihi köprüleri üzerinde ne kadar zaman geçirildiyse belki de o zamanın en az iki katının geçirilmesi gereken yerlerin başında günümüzde “İmam Humeyni meydanı” denilen ancak devrimden önce “Şah Meydanı” olarak bilinen dünyanın en büyük meydanlarından birinde geçirmek gerekiyor. Ancak burası bir meydan ya da uçsuz bucaksız bir avludan çok daha fazlasına sahip. Göz alabildiğine geniş bir dikdötgen avlunun çevresine dizilmiş yüzlerce dükkan, üzerleri mavi çinilerle süslenmiş iki büyük cami ve görkemli kubbeleri, İbrişim denilen bir büyük tarihi çarşı kapısı ve bir zamanlar geniş meydandaki görkemli törenlerini izleyen şahlar için yapılmış ahşap bir saray yer alıyor. 1612’de yapılmış bu görkemli meydan cihanın nakışı anlamına gelen “Nagş’e Cihan” adıyla anılırmış. İlk gördüğümde eskimeye yüz tutmuş şah sarayı ile sökülmüş ve tahrip olmuş kubbe çinilerindeki tamirat birkaç yıl sonraki ziyaretimde hala bitirilememişti. Şah Sarayı denilen Ali Gapu belki de bu büyük kompleksin en önemli yeri. Çünkü bir zamanlar Safavi devletinin şahları ülkeyi bu saraydan yönetmişler. Sarayın alt katlarında bulunan ve bir zamanlar harem daireleri olarak kullanılan gün görmemiş odalarında şimdilerde bölgeye gelen turistlere Acem eserleri satmaya çalışan dükkanlar yer alıyor. Sarayın üst ve ön bölümünde ahşap bir teras bulunuyor. Vakti zamanında şahlar vu terasa çıkıp kendisi için düzenlenen görkemli törenleri ailesi ve mülki erkanıyla buradan seyreylermiş. Meydanın çevresinde işlemeli faytonlar ve onları çeken atlı arabalar gezginleri taşırken bazı yerlerde küçük çocuklar top oynuyor. Meydanın tam ortasında ise geniş bir alana yayılmış ancak derinliği birkaç santimi geçmeyen bir su havuzu bulunuyor. İşte bu havuz kenarı özellikle Ali Gapu’nun gölgesi düştüğü andan itibaren oturulacak yer bulunamayıncaya kadar dolup taşıyor. Tüm bu görkemli manzarayı meydanı her cepheden görebilen yüksek bir mekandaki çayhanelerinden birine oturup gün boyu hiç sıkılmadan seyredebilirseniz. Yok bu kadar yeter biraz daha dolaşayım derseniz de İsfahan’da gezilecek yer hiç bitmiyor. İbrişim çarşısı’nın içine dalıp devasa kazanları yapan bakırcıları, yüzlerce yıllık tarhi meslekleri babadan alıp sürdüren sedefkarları, hattatları, ipekçileri ve Acem halıcılarının atölye ve dükkanların gezebilirsiniz. Karnınız acıkınca ve susayınca da dört bir tarafa yayılmış çelo kebapçılarına ve taze sıkılmış meyve suyu satan dükkanların yolunu tutabilirsiniz. Tıpkı Siesepol’de olduğu gibi bu büyük meydanı mutlak surette birde gece gözüyle görmek gerekiyor. Şehre gelmiş bazı misafirler sıcak havalarda otele gitmek yerine geç saatlere kadar bu büyük meydanın çimlerine oturup laflarken geceye yenik düşüp bulundukları çimleri üzerinde uyuyarak sabah ediyorlar. Zira bu meydanda gün 24 saat kesintisiz devam ediyor. İsfahan’da mutlaka görülmesi gereken yerlerden biride yine bir zamanlar şahların saraylarından biri olan ve çevresi geniş gül bahçeleriyle çevrili. Chehel Sütün’dur. Hani demiştik ya İran narı, gülü ve şairleriyle ünlüdür. İşte o sözünü ettiğimiz İran güllerinin en meşhurları da yine bu tarihi sarayın çevresinde bulunuyor. Chehel Farça’da kırk anlamına geliyor. Yani bu saraya kırk sütunlu saray deniyor. Ama aslında sarayda 20 adet sütun bulunuyor. Meğer 20 tane olan mevcut sütunların gölgesi havuza yansıyor da oluyormuş kırk sütun. Şahlar burayı konukları için yaptırmış. Gezme isteğiniz devam ediyorsa Zerdüşt tapınaklarına zaman ayırabilir, nehrin öbür yakasına geçip hali vakti yerinde lan Ermeni mahallesini gezebilir, gecenin ilerleyen saatlerinde bir zülhanede pehlivanları izleyebilirsiniz. Başkent Tahran’da devrim Komuta Konseyinin elemanlarını her köşe başında görmek mümkünken İsfahan’nın pırıl pırıl caddeleri, geniş meydanlarını, gül bahçelerini ve Zayende nehri’ne sıra sıra dizilmiş birbirinden şık tarihi köprülerini görmek için daha ne duruyorsunuz.

PERSEPOLİS

İran tarihinin en görkemli dönemi hiç kuşkusuz M.Ö .6. yüzyılda yaşamış olan ünlü Pers Kralı Darius dönemidir. Batı Anadolu’dan Hindistan’a, Ön Asya’da geniş ve görkemli bir imparatorluk kurmuş olan kral Darius, birçok küçük krallıkları kendisine bağlamış, bu özelliğinden dolayı da Krallar Kralı ünvanını alarak yedi düvele nam salmış. Böylesine bir görkem ve kudrete sahip bir kral olurda onun gücü ve görkemini simgeleyen büyük bir taht ya da sarayı olmaz mı? Olur elbet. Nitekim Pers Kralı Darius gücünün doruğundayken başkent Persapolis’te bu gün İranlılar’ın “Taht-ı Cemşid” adını verdikleri büyük bir taht ve şanına yakışır bir saray yaptırmıştır. İran’ın tarihi dokusuna biraz olsun tanıklık etmek gerekiyosa yolu bu ülkeye düşenlerin ilk görmesi gereken tarihi kalıntılardan biri, hatta birincisi hiç kuşkusun Persapolis’teki antik kalıntılarıdır. Özellikle benim gibi her defasında kavurucu yaz sıcaklarında bu ülkeye gidenler bile sabahın ilk saatleri veya akşam serinliğinde ülkenin şii merkezi sayılan Şiraz kentinden bir arabaya binip 55 km kuzeye giderek antik çağdaki bu görkemli sarayın kalıntılarıyla hasret gidermelidirler.Geniş Şiraz Ovası’na hakim bir tepeye sırtını dayamış olan bu tarihi mekanı ziyaret edenler saadece Pers kültürü ve kral Darius hakkında bilgilenmeyecekler, sarayın görkemli sütunları arasında dolaşırken Makedonyalı Büyük İskender ve onun görkemli ordusununda bıraktığı derin ve yıkıcı izleride yakından göreceklerdir. Pers İmparatorluğu’nun başkenti olan Persepolis, M.Ö. 6. yüzyıl sonlarına doğru Pers Kralı I Darius (Dara) tarafından kurulmuş. Bu antik kent içindeki en görkemil yapı ise tabi ki kralın sarayı olmuş. Saray taşıma toprakla yapılan, tepesi 473 metre uzunlukta, 86 metre genişlikte ve 13 metre yüksekliği olan yapay bir tepe üzerine inşa edilmiş. Sarayın bulunduğu bu taraçaya iki geniş merdivenle çıkılıyor. Merdivenlerin yan duvarları kral Darius’un rakiplerine gözdağı vermek ve gücünü göstermek için yaptırdığı devasa büyüklükteki kabartma heykellerle doldurmuş. Darius’tan sonra tahta çıkan diğer Pers İmparatorları da bu sarayı kendilerine mekan olarak seçmiş ve her defasında biraz daha büyütüp genişletmişler. Taht salonunda, her biri 20 metre yükseklikte olan ve üzerinde 2 metre yükseklikte başlıkları olan 100 sütundan şimdilerde sadece birkaç tanesi ayakta kalabilmiş. Sütun başlıklarının çoğu insan ve boğa ve at başı şeklinde yapılmış. Sarayın iki büyük sütunla tutturulan kapısının yüksekliği 11 metreyi buluyor.. Kapıdaki sütunların önünde, yüzleri insan şeklinde olan iki boğa heykeli yer alıyor. Darius’un Mısır’ın güneyindeki granit ocaklarından (obilisk taşı) getirilen blok taşlarla yapılmış “Apadama” denilen tören salonu tamı tamına 10.000 kişi alıyormuş. Bu kadar büyük bir kapalı salon günümüzde de dahil olmak üzere başka hiçbir sarayda bulunmuyor. Hazine sarayının geniş avlusuna açılan 4 büyük ahşap kapısından bazıları yok olmak üzereyken renkli ve süslü alçılarla kaplanmış. Sarayın kalıntıları üzerinde dolaşırken özellikle geçiş bölümlerinde sıra sıra dizilmiş heykel kalıntıları bozulmadan günümüze kadar gelebilmiş. Bu büyük sütun kaideler üzerinde, Perslerin sosyal yaşamını ve inançlarını yansıtan çok sayıda heykel bulunuyor. Bunlar iyilik sembolü olan yarı insan bir savaşçı ile kötülük sembolü olan bir canavarın mücadelesini anlatıyor. Bu mücadeleden her defasında zaferle çıkan ise tabi ki iyilik sembolü olan Darius oluyor. Persepolis’in yakınındaki kayalık dağın yamaçlarında birbirinden 8-10 km uzaklıkta, kayalar oyularak yapılan ve saray görünümlü iki kaya mezarı bulunuyor. Bizim batı Anadolu’daki Frigya döneminden kalma yamaçlardaki büyük kayaların oyularak yapıldığı kral mezarlıklarına benzeyen bu mezarlar “Taht-ı Cemşid” ve “Nakş-ı Rüstem” olarak anılıyor. Bunlardan ilki Darius’a ait. (Bu mezarlara ancak yürüyerek çıkılıyor. Yaz sıcağında yanınızda yeterince su yoksa benim gibi perişan olabilirsiniz!) Eee ne oldum demek kadar ne olacağım da demek gerekiyor. Görkemli tahtlar, saraylar yaptırsanız da gün gelir devran döner birileri o sarayı altınızdan çekiverir. Tarih sayfaları bu hikayeleri yazmakla bitiremiyor. Nitekim M.Ö. 331’de Büyük İskender Anaolu’dan başlayıp büyük doğu seferine çıktığında Orta Asya’yı da aşarak Hindistan’a kadar geçtiği tüm toprakları titretirken bu hışımdan en fazla nasibini alanlardan biri de Perslar ve Darius olmuş. Büyük İskender’in sayıca daha az olmasına rağmen dahiyane bir taktikle Pers ordusunu birkaç saat içinde bozguna uğratıp, Darius’u ortadan kaldırmasıyla birlikte saraya girdiğinde büyük bir şok yaşadığı söylenir. Gözünün gördüklerinin o güne dek hayal ettikleriyle dahi boy ölçüşemeyecek kadar güzel olduğunu fark ettiğinde, tedirgin olmaya başladığı. Burnuna gelen kokuların, dokunduğu çiçeklerin, eğilip pınarlardan içtiği şarapların, ağaçların altında sereserpe yatan hurilerin ve gözünün gördüğü ne varsa hepsinin ilahi bir mükemmellikte olduğunu görünce “Cennet artık benim oldu.” dediği söylenegelir. Ne var ki Hint Seferi’nden dönerken Persli bir kadınla ateşli geceler yaşadıktan sonra başına gelen zehirlenme faciasından sonra askerlerine birazda kıskançlıktan dolayı tarihteki bu en görkemli sarayı yağmalattığı ve sonunda da yakıp yıktırdığı biliniyor. Bu yağmalamanın asıl nedeninin Perslerin, İskenderi’nkilerden daha güzel bir kenti olmasından kaynaklandığını söyleyen tarihçilerin sayısı da hayli fazla. Persepolis’in yakın tarihteki siyasi çalkantı ile bağlantısına gelince: 1971 Ekim’inde, Pers Kraliyeti’nin kuruluşunun 2500. yıl dönümü kutlamaları sırasında kendini adeta Krallar Kralı Darius ilan eden Şah Rıza Pehlevi’nin tüm dünyada büyük yankı uyandıran görkemli kutlamaları ve tüm ülkelerden davet edilen kral, devlet başkanları, prens ve prensesler ile dünya jet sosyetesine yapılan 100 milyon dolar bütçeli ikramların İran halkının üzerinde büyük bir tepkiye neden olduğu, bu durumun Pehlevi ve İran rejiminin değişikliği üzerinde ilk kıvılcımı başlattığı hala söylenip durur. Mollarlar iktidara geldiklerinde Persepolis büyük bir sessizliğe gömülmüş, hatta bazı sütunların yüzleri bizzat tahrip edilmiş, gezilmesi yasaklanarak askeri bölge ilan edilmiş. Ancak son yıllarda turizmin önemini yeni yeni anlamaya başlayan İran yönetimi UNESCO ile işbirliği yapmaya razı olarak bir dizi ortak projeyle Persepolis’in korunması ve restorasyonu için çalışmalara başlamış. İran hava yollarının logosunda Perpepoliste bulunan heykellere yer verilmiş. Yine de en önemli sorun ulaşım sorunu. Şah döneminde Şirazdan Persepolis’e direkt otobüs kaldırılırmış. Bugün ise turistler zorlukla ve kendi imkanlarıyla ancak bu antik kente ulaşabiliyor.

YEZD VE ZERDÜŞTLÜK

İran’ın incisi sayılan İsfahan kentini geride bırakıp doğuya doğru yol almaya başlıyoruz. Bir zaman sonra etrafta bitki adına tüm belirtiler yok oluyor ve keskin bir çöl coğrafyasının içine daldığımızı görüyorum. Karşımızdan gelen birkaç araç dışında hiçbir hayat belirtisine rastlamıyoruz, ve bu durum dört-beş saat devam ediyor. Derken nihayet birkaç km ötemizde bir yaşam belirtisine dair işaretler baş göstermeye başlıyor. İranlıların bir zamanlar “Çölün incisi” dedikleri Yezd şehri, son yıllarda Unesco’nun “Dünyanın en eski 2. yerleşim yeri” saptaması ile bir kez daha gündeme gelmişti. ülkedeki farklı etnik gruplar arasında yaşam tarzları ve inançlarıyla öne çıkan Yezidiler ile onların inanç şekli olan Zerdüştlük inancına sahip olan insanların yaşadığı Yezd şehri, Doğu seferine çıkan insanların mutlaka mola verip gezdikten sonra yollarına devam ettikleri tarihi bir çöl kenti. Bizde bu geleneği bozmuyoruz ve aracımızı çevre yolundan çevirip şehrin göbeğine sürüyoruz. Marco Polo bile 13.yüzyılda 14 yıl süren büyülü Çin yolculuğuna çıktığında , Yezd’i ziyaretinin ardından bu tarihi kent için “eyaletin en asil ve güzel şehri” diye hatıratlarına not düşmüş. Her iki taraftan da sıcak çöllerle sarılmış olan bu tarihi kent, çölün sıcak ve kurak havasına ve yüzlerce yıl devam eden istilalara direnerek günümüze kadar gelmeyi başarmış. Kente adımınızı attığınız anda çöl iklimiyle uyumlu, tek ya da iki katlı, kiremit rengi, özgün mimarili yapılarla karşılandık. Aracımızı hemen bir kenara park edip kendimizi kentin tarihi sokakların salıverdik. Toprak rengi yapılar, irili ufaklı kubbeler, eğri büğrü sokakların arasında kaybolma hissine kapılmak hiç de zor değil. Çoğu cul-de-sac (çıkmaz sokak) olan yollar daralıp genişleyerek bir süre sonra labirente dönüşüyor ve tekrar çıkış yolunu bulmak uzun zaman alıyor. Neyse ki Emir Çakmak Meydanı’nda bulunan Moğol Hanı Abu Said zamanında 1375’de yapılan Mescid Camisi’nin her iki yanında bulunan İran’ın en yüksek minareleri her kaybolduğumuzda bize yön gösteriyor ve sonunda tüm yollar bizi kent merkezine ulaştırıyor. Yemyeşil bir parkın içindeki bu tarihi yapının yüksek minarelerinden birinin yüksek bir bölümüne çıkıp şehri seyre dalıyoruz. Çölün ortasında etrafı surlarla çevrili ve çölle aynı renkte olan şehir şiir kıvamında bir görüntüyü bizden esirgemiyor. Meydandaki yeşil alan, akşamüstleri Yezdlilerin üzerine serildikleri bir parka dönüşüyor. Bir zamanlar Marko Polo’nun da gezip çok beğendiği, tarihi İpek Yolu ticareti döneminde önemli bir ticaret ve geçiş noktası olan kent Arap istilasından kaçan ve kendilerine korunaklı bir yer arayan Zerdüştlerin yüzyıllar önce gelip saklandıkları güvenli bir yer olmuş. Binlerce yıldır da İran’daki Zerdüşt topluluğuna ev sahipliği yapıyor. İran’da 20 bin, Hindistan’da 90 bin zerdüştün yaşadığı söyleniyor. Özellikle İran devriminden sonra bu bölgede yaşayan Zerdüştlere büyük baskıların yapıldığı söyleniyor. Genç bir Zerdüşt’ün peşine takılıp onların en önemli tapınaklarına dağru dar sokaklarda yol alıyoruz. Ataşgah, Yezd içindeki önemli ve en eski Zerdüşt tapınaklarından birisi. 1100 yıldır yandığına inanılan ateşin ve tapınağın bakımı için bir Zerdüşt rahibi görevlendirilmiş. Nefesini kutsal ateşe vermemek için ağzını beyaz bir kumaşla örtmüş. Güler yüzle bizleri karşılıyor. Bu tarihi tapınağın duvarlarında Zerdüştlük öğretilerinden bölümler yazıyor. Bunlar içinde en dikkat çekici olanı ise “İyi düşün, İyi Konuş, İyi yap” öğretisi idi. Yazd kenti ve burada yaşayan Zerdüştlerin hayat görüşleri ve özellikle ölülerine yaptıkları muamele tüm dünyanın ilgisini çekecek cinsten. İşte bu özelliklerini yakından görmek için Kentin 15 km dışında ve yüksek bir tepede bulunan ve yerlilerin Sessizlik kuleleri (Dakhma) dedikleri Zerdüşt mezarlarını görmek gerekiyor. Mezar dediysem de sizin aklınıza bildiğiniz toprak altındaki mezar gelmesin. Buradaki mezarlarda hiç ceset bulunmuyor. Şimdi siz doğal olarak “ Ceset olmayan yerde mezar olur mu?” diye düşünebilrsiniz ama konu Zerdüştlük inancı ise sorunun cevabı evet oluyor. Zerdüştlerin kutsal kitabı Avesta’ya göre ölü bedenleri toprağa gömmek beslendiğimiz toprağı kirletmek anlamına geliyor, Hinduizm’deki gibi yakılması ise soluduğumuz havayı kirletiyor, suya zaten bırakılması söz konusu değil. Bu nedenlerle daha 30 yıl öncesine kadar Zerdüştler ölülerini yüksek bir tepeye çıkarıp silindir şeklinde ve üstü açık bir yapının içinde ortalığa bırakıyorlardı. Bir süre sonra kokuyu alan kartal, akbaba ve bilumum leş yiyen yırtıcı kuşlar gelip cesedi paramparça ederek mideye indiriyorlar ve böylece ölüler, toprağı, suyu ve havayı kirletmemiş oluyor. İran’da toplam 5 olan bu Sessizlik kulelerinin ikisi Yezd’de, ikisi Kirman’da ve diğeri de İsfahan’da bulunuyor. Ancak İran devriminden sonra Zerdüştlerin binlerce yıllık bu geleneği yasaklar zincirine katılmış ve bu uygulamaya 1980’den sonra son verilmiş. Yazd’in çevresindeki bir başka yüksek tepede bulunan ve “Çek Çek” denilen yer dünyadaki tüm Zerdüştlerin önemli bir hac mekanı. Zerdüştler, her yıl dünyanın dört bir yanından hac için Çek Çek’e geliyorlar. Köyün tepelerindeki binlerce yıllık kaya tapınağında sürekli yanan 3 ateş var. 15-19 ağustos tarihlerinde dört gün dört gece süren ayin törenlerinde beyazlar içindeki Zerdüştler bu tapınakta şarkılar söyleyip, tütsüler yakıyorlar. (Bir anda aklıma bizim Akdeniz’in güzelim koyu Çıralı ve Olimpos’taki binlerce yıldır yanan taşları bu Zerdüştler görse acaba bizim orası da haç merkezi olurda bizde biraz nasiplenebilir miyiz diye düşünmeden edemiyorum!) Çok eski bir inanç olan Zerdüştlüğün M.Ö. 7 yüzyılda ortaya çıktığı ve Anadolu’dan başlayıp , Doğu Çin kıyılarına kadar uzanan geniş bir coğrafyada etkili olduğu belirtiliyor. Ancak İslamiyet’in bu bölgelere yayılmasıyla önemini kaybetmeye başlmış. M.S. 8 yüzyıla kadar , tüm İran’ın Zerdüşt olduğu söyleniyor. En ünlü Pers kralı Dariuş’un bile Zerdüşt olduğu söylenir. Ülkemizde Hindistanlıların ineğe taptıkları yönünde yanlış bir kanı olduğu gibi Zerdüştlerinde ateşe taptıkları hep söylenegelse de aslında durum pek öyle değil. Onlar ateşe tapmıyorlar; sadece sevgi, incelik ve sıcaklık sembolü olarak gördükleri ateşi kutsal kabul ediyorlar. Ateş, tanrının ışığı sayıldığından, kutsal mekanlarda daima yakılıyor ve her türlü dua ve tapınmalar ateşin önünde gerçekleştiriliyor. Bu ayinlerdeki en önemli öğreti doğruluk ve dürüstlük üzerine kurulmuş. Bu nedenle İran hapishanelerinde Zerdüştlere çok nadiren rastlandığı söyleniyor. Yine Zerdüştlük inancına göre en büyük ibadet, kuru bir çöl parçasını ekili bir toprak haline getirip, insanların yararlanmasına sunmak. Zerdüşt dininde maddi dünyanın Cennetten daha değerli olduğuna inanılıyor. Çünkü, kötülüğün gücüne karşı verilecek savaş ancak bu dünyada yapılabilir. Bu anlamda Zerdüştlük (mecusîlik) dünyevî bir din. Bu nedenle ateşi, toprağı ve suyu bir cesedin çürümesi ile kirletmek günah sayılıyor. Bunun için ölümden sonra cesedin, sessizlik kuleleri adı verilen yüksek dağlardaki özel kulelerde yırtıcı hayvanlara terk edilmesi gerekiyor. Günümüzde Zerdüştlerin büyük bir kısmı Bombay’da yaşıyor ve onlara İran’dan gittikleri için “ Prasiler” deniyor. Parsîler, Müslümanların İran ‘ı fethetmelerinden sonra bu ülkeye göç etmişler. 19.yy ‘ın ilk yarısında kendi aralarında çok iyi örgütlenerek ticaretle uğraşmışlar ve böylece ticaret ve imalatta önemli bir yer kazanmışlar. Hinduizmden farklı olarak Kendi özel kastlarını da yaratmışlar ve Yazd’deki Zerdüştlerden farklı olarak çok seçkin bir ekonomik güce ulaşmışlar. Hatta Hindistan’ın en büyük şirketi olan TATA’nın sahiplerinin de İran kökenli Zerdüştler olduğu biliniyor. Günümüzün en ünlü Zerdüştleri arasında ise ünlü rock grubu Quenn’in solisti Freddy Mercury ve dünyaca ünlü orkestra şefi Zubin Mehta sayılıyor.

Önceki turlardan seçme fotoğraf ve videolar.