16-27 ŞUBAT 2023 "ARJANTİN-ŞİLİ (PATAGONYA)" Buenos Aires, Ushuaia, (Ateş Toprakları), Patagonya-Punta Arenas (Şili) Macellan Boğazı(Şili), Purto Natales (Torres Del Paine) Şili - El Calafate, Perito Moreno Buzulu
Patagonya
Tangonun doğduğu yer olan La Boca
Dünyanın en aktif buzulu olan Perito Moreno
Coğrafi Keşifler ve ilk dünya turu için yola çıkan Macellan’ın kendi ismiyle anılan boğaz.
Dünyanın en aktif buzulu olan Perito Moreno
Sabah Saat 07:30 da buluşma ve 10:20’de gerekli işlemlerden sonra THY’nin tarifeli seferiyle Buenos Aires’e hareket. Aynı gün akşam 22:30’da Buenos Aires’e varış ve şehrin tam merkezinde bulunan otele yerleşme. Geceleme Buenos Aires’te.
Sabah alınacak kahvaltıdan sonra yerel rehberimiz ve özel aracımız eşliğinde gezmeye başlıyoruz. Parlemento binasını dışarıdan görüp, güzel sanatlar müzesini geziyoruz. Ardından dünyanın en görkemli ve pahalı mezarlarının bulunduğu (Eva Peron’da dahil olma üzere) La Recoletta Mezarlığını Öğleden sonra ise San İsidro kenti ve devamında Tiger Delta’ya gidip tekne turuna katılıyoruz. Burada tekneyle kanallar arasında dolaşıp yapay adacıklarda yaşayan insanları göreceğiz. Tur bitiminde ise yeniden şehre dönüyoruz. Konaklama Buenos Aires’te.
Sabah kahvaltısını paket olarak otelden alıyoruz ve erken saatte Ezeiza Havalimanı’na gidiyoruz. Buradan Arjantin Havayolları ile Ateş Toprakları olarak da bilinen ve Güney Amerika kıtasının en güney ucunda bulunan Ushuaia şehrine gidiyoruz. 3.5 saatlik bir uçuş sonrası Ushuaia’ya varışımızın ardından alanda bizleri bekleyen özel aracımız ve yerel rehberimiz eşliğinde direk olarak Tierra Del Fuego Milli parkını ziyarete gidiyoruz. Bu milli parkın etrafında, dağların ve ormanların çerçevelediği Beagle Kanalı'nın panoramik manzaralarını seyrediyoruz. Endemik bitkilerin arasından keyifli bir yürüyüş yaparak Lapataia Nehri'ne varıyoruz. Park içerisinde dünyanın sonu trenine biniyor ve tren ile bir yolculuk yapıyoruz. Sonrasında tekrar Ushuaia’ya dönüyoruz. Konaklama Ushuai’da.
Kahvaltı sonrası limana gidip tekne turu alıyoruz. Isla de Los Pájaros (Kuş adası) ve Isla de los Lobos (Seal Adası) çevresine doğru yola çıkacağız, burada Skuas, Kara Kaşlı Albatros, Vapur Ördekler, gri martılar ve fokları göreceğiz. Dünyanın sonu deniz fenerine vardığımızda ise Deniz Aslanları kolonilerini görebileceğiz. Şansımız yaver giderse balina kolonisi ile bile karşılaşabiliriz. Bir sonraki durağımız ise Penguen adaları oluyor. Burada Macellan penguenlerini görüyoruz. Ardından tekrar Ushuiaia’ya dönüyoruz. Öğleden sonra ünlü San Martin caddesinde dolaşıyor ve akşam hep birlikte meşhur bir deniz ürünleri restoranına gidiyoruz. Konaklama Ushuaia’da.
Sabah kahvaltısının ardından havalimanına gidiyoruz. Buradan 1 saatlik bir iç uçuşla El Calafate’ye varıyoruz. Havalimanından özel aracımızla direk sınıra doğru gidiyoruz ve gerekli sınır işlemlerinden sonra Şili’ye geçerek Puerto Natales kentine varıp otelimize yerleşiyoruz. Konaklama Puerto Natales’te.
Kahvaltıdan sonra tüm gün Torres Del Paine milli parkını gezmek için yola çıkıyoruz. Sofía Lagünü, Porteño Gölü, Prat Sıradağları, Mesa Tepesi, Toro Aralığı ve Ballena Range manzarasına sahip Torres del Paine Milli Parkı'na doğru devam ediyor. 2 saatlik bir yolculuktan sonra gölün güney sahilinde yer alan Lago del Toro manzarasına varıyoruz. Oradan, göl ve Paine Range (Paine Massif olarak da bilinir) muhteşem bir manzarasına sahip olacağız. Ardından, Paine Masifi ve Cuernos del Paine ile ilgili başka bir bakış açısına sahip olacağımız Gri Gölün kıyısında küçük bir yürüyüş yapacağız. Parkın içindeki öğle yemeğinden sonra, Paine Nehri'nin buzullarının hızlı akan sularını boşalttığı Pehoé Gölü manzarasının bulunduğu Salto Grande bölgesine gideceğiz. Turun sonunda Amarga Lagünü'nü ve Sarmiento Gölü'nü görebileceğimiz bölgeleri ziyaret edip Puerto Natales'e geri döneceğiz. (Tabii tüm bu manzaraları görmemiz hava koşullarına bağlı). Konaklama Punta Arenas’ta.
Sabah otelde alınacak olan kahvaltı sonrası 3.5 saatlik keyifli ve bol manzaralı yolculukla güneye doğru yol alıyoruz ve Macellan Boğazı kıyısında bulunan Punta Arenas kentine ulaşıyoruz. Buradan 1520 yılında Coğrafi Keşifler ve ilk dünya turu için yola çıkan Macellan’ın kendi ismiyle anılan boğazda tekne ile tura çıkıyoruz. Boğazdaki küçük adacıkların bulunduğu milli park bölgesine giderek yine Macellan’ın aynı adını taşıyan Macellan penguenlerini göreceğiz. Çevreyi gezip bol fotoğraf çekimi sonrası turumuzun ardından tekrar şehre dönüyoruz ve otelimize yerleşiyoruz. Otelimize yerleştikten sonra şehirde bir tur atıp birlikte güzel bir mekanda deniz ürünleri ağırlıklı yemek yiyoruz. (Tabii Şili şarapları eşliğinde). Konaklama Punta Arenas’ta.
Sabah erken kahvaltı sonrası yola çıkıyoruz ve öğleye kadar yol alıp sınır bölgesine varıyor ve gerekli işlemlerden sonra tekrar Arjantin’e geçiyoruz. Buradan’da 3 saatlik bir yolculuk sonrası El Calafate şehrine geliyoruz. Otelimize yerleştikten sonra caddeyi turluyor ve akşam hep birlikte etleriyle meşhur bir restorana gidip bölgeye özgü Cordero türü etlerimizi bu defa Arjantin’e özgü Malbek üzümlerinden yapılmış Mendoza şarapları eşliğinde alıyoruz. Konaklama El Calafate’de.
Sabah kahvaltısının ardından Perite Moreno Buzul turuna katılacağız. Dünyanın en aktif buzulu olan Perito Moreno’yu çok yakından görme imkanı bulacağız. And Dağları’nın muhteşem manzarası da cabası. Ayrıca bu milli parkın içinde bulunan sadece bu yöreye özgü endemik bitkileri de yakından tanıyoruz. Tur sonunda El Calafate’ye dönüş ve çarşıda serbest zaman ve alışveriş imkanı bulacağız. Konaklama Buenos Aires’te.
Kahvaltıdan sonra havalimanına gidiyor ve buradan 3 saatlik bir iç uçuşla Buenos Aires’e dönüyoruz. Özel aracımızla otelimize transfer oluyoruz. Sonrasında tabi ki ünlü Florida caddesine çıkıp dolaşıyor ve alışveriş yapıyoruz. Akşam hep birlikte tarihi bir mekana sahip güzel bir atmosferde nefis bir tango gösterisi izliyoruz. Konaklama Buenos Aires’te.
Sabah otelde alacağımız geç kahvaltı sonrası yürüyerek şehri geziyoruz. Ünlü Saenz Pena Caddesini, Arjantin tarihinin kalbinin attığı, siyasi ve sosyal olayların merkezi durumundaki Plaza Major Meydanı’nı, Arjantin tarihi müzesi ve katedrali, koloni döneminin idari binası olan Camildo binasını geziyoruz. Sonrasında ülkenin ünlü şair ve yazarlarının yakın tarih boyunca uğrak yeri olan Cafe Tortoni’ye gidip kahve içiyoruz.(Sıra beklememiz gerekebilir.) Sonraki durağımız ise tabi ki tangonun doğduğu yer olan La Boca’dayız. Bu ünlü tarihi sokakları, Boca Juniors’un ünlü Bombonero (çikolata kutusu) stadını (dışarıdan) ve Bocalı’ların gözünde aziz mertebesindeki Maradona’nın mahallesini geziyoruz. Akşam vakti havalimanına gidiyor ve buradan saat 23:55’te THY’nin’ doğrudan uçuşu ile Sao Paulo üzerinden İstanbul’a uçuş başlıyor. Turumuz 27 Şubat pazartesi günü saat 22:30’da İstanbul Havalimanı’nda sona eriyor.
Tura katılan kişi sayısı :
Yorum 2
Yorum 1
Yorum 2
Ünlü bir yazar tipik bir Ajantinli’yi şöyle tarif etmiş: “Büyük bir kazanın içine sırayla şunları koyun: Bir adet geniş kalçalı Kızılderili kadın, iki adet İspanyol binici, üç adet iyice ezilmiş Gauço (Melez), bir adet İngiliz seyyah, yarım baş Bask çiftçi, bir tutam zenci… Tüm bunları kısık ateşte üç yüz yıl kadar kaynatın… Helmini dökünce, gecikmeden beş adet İtalyan köylü (İtalya’nın Güneyinden gelenler tercih edilir), bir adet Polonyalı Yahudi, dörtte üç baş Lübnanlı tüccar ve bütün olarak bir adet Fransız fahişe ekleyin… Elli yıl dinlendirip öyle servis yapın. Alın size Arjantinli” Yazarımızın yapmış olduğu tarif Arjantin’in bu günkü etnik yapısını bütünüyle özetliyor. Brezilya, Paraguay ve Arjantin topraklarının kesiştiği yerde bulunan dünyaca ünlü İguaçu Şelaleri’ni gezdikten sonra bindiğim otobüsle çok rahat ve konforlu geçen bir gece yolculuğunun ardından ertesi sabah Latin Amerika’nın en prestijli kenti olan ve bu yüzden de, Kıtanın Paris’i diye adlandırılan “güzel havalar kenti” Buenos Aires’e ayak bastım. İlk iş olarak bir turizm ofisi bulup başkentle ilgili bir kucak dolusu broşür ve harita aldım. Ardından Av. De Mayo Caddesi’nin arka sokaklarından birine otuz peso karşılığında yerleştim. İlgili tüm dökümanları inceleyip görmem gereken yerleri not alarak, beni heyecanlandıran bu kentle bir an önce yüz göz olmak için kendimi şehrin kucağına attım. 16. yüzyılın başlarında her bir yandan Latin Amerika’nın karalarına demir atan İspanyol gemilerinden biri bu defa dünyanın en geniş akarsu ağzını oluşturan ve renginden dolayı “Gümüş Irmağı” denilen Rio de la Plata’dan geçip kıyıya demirlediğinde, belki de o anlara özgü güzel havadan etkilenerek buraya ”St Maria del Buen Aire” adını takmışlar. Gel zaman git zaman Buanos Aires denmeye başlanmış. Şehri gezmeye ilk iş olarak 9 Temmuz Caddesi ile başlıyorum. Niye 9 Temuz demeyin, dünyanın en geniş caddesi burası. Bir ucundan diğerine tam 140 metre genişliğinde. Bir süre şaşarak caddenin genişliğine bakakaldım. Caddenin hemen ortasında ülkenin bağımsızlık simgesi olan dikilitaş bulunuyor. Bizdeki Taksim Anıtı neyse buraki dikilitaş da aynı özelliği taşıyor. Yani ülkenin kalbinin attığı, sevgililerin buluştuğu, gösterilerin yapıldığı, konserlerin verildiği bir nokta. Buenos Airesliler’in, yaşadıkları kentten dolayı burunlarının biraz havada olduğu ve kendilerini Arjantin’den çok Buenos Airesli olarak gördükleri söylenir. Meydanın tam karşısında devasa bir tabela üzerinde Maradona’nın 1986 ylında Meksika’da adeta tek başına aldığı Dünya Kupası’nın öperken görüldüğü dev bir fotoğraf asılmış. Sokakları dolaşırken daha önce dünyanın hiç bir yerinde görmediğim bir olayla karşılaştım. Spor giyimli genç kız ve erkekler ellerinde bir sürü köpek tasmasıyla dolaşıyor. İşin ilginç yanı bu tasmaların her birinin ucunda bir köpek var. Hem de her cins köpek. Çalışan insanlar köpeklerini bu bakıcılara teslim ediyor, onlarda bütün gün bu köpekleri köşe bucak gezdiriyor. Çoğu zaman adını ekonomik bunalım, darbe, kriz, yağma gibi konularla dünyaya duyurmasına rağmen Buenos Aires sokaklarında gezdiğinizide ülkenin bu olumsuz imajıyla gerçekten de çelişecek görüntülerle karşılaşıyorsunuz. İnsanlar gayet iyi giyimli, bakımlı, sakin, kendinden emin görünüyorlar. Caddeler çok geniş ve bakımlı. Binaların mimarisi Brüksel yada Paris’ten hiç de farklı değil. Cadde ve sokakları çok modern heykeller süslüyor. Modern kafelerde şık sevgililer birbirine sarılmış kahvelerini içiyor. Gerçekten herhangi bir Batı Avrupa kentinden farksız görünüyor Bunos Aires. İnsan bu görüntü üzerine şu soruyu sormadan edemiyor. Ne yani, daha birkaç yıl önce ülkedeki kriz, dükkan yağmalamaları, insan öldürmeleri, liderlerinin yurt dışına kaçması birer kamera şakasımıydı? Ekonomik kriz döneminden önce buraya gelen bir avuç gezginimizin verdiği bilgilere göre şanslı bir dönemde geldiğim anlaşılıyor. O dönemde buraya gelenlerin hepsi fiyatların çok pahalı olmasından yakınırken sokakta edindiğim izlenim tam tersini gösteriyor. Bir kaç yıl öncesine kadar Peso’nun dolara endekslenmesi bu duruma sebepken şimdilerde bir doların üç peso’ya eşdeğer olması işime yarıyor. Marketlerde et ve balığın kilosu bir doların altında. Lokanta ve kafelerde yiyecek ve içecek çok ucuz. Alışık olmadığım tek şey ise burada herkesin alabildiğine sakin ve işlerin yavaş ilerliyor olması idi. Bir lokanyata ya da kafeye gidip birşeyle yiyip içmek istediğinizde garson gelip sizi uygun bir yere oturtuyor ve gidiyor. Yarım saat geçtikten sonra yanınıza gelip siparişinizi alıyor, bir saat geçtikten sonra nihayet yemeğiniz geliyor. Yedik içtik artık kalkalım diye düşünüyorsanız boşuna, en az bir yarım saat daha hesabı beklemeniz gerekiyor.Tamam yemekler çok leziz ve çok ucuz ama benim gibi ayaklarına karasular ininceye kadar şehri keşfetme duygusuyla dolup taşan bir adam için bu kadar zaman kaybı çok fazla doğrusu. Arjantin deyince akla ilk gelenlerden biri de kuşkusuz Evita ve Peron ailesi. İnsanlar Peron’lara (hala) ya âşıklar ya da nefret ediyorlar, ortası yok. Bende bu durumu daha iyi anlayabilmek için haritada yerini işaretlediğim Evita Müzesi’nin yolunu tutuyorum ama pek de gösterişli olmaya bir müze ile karşılaşıyorum. Eva Duarte 1919 da beş çocuklu fakir bir ailenin en küçük çocuğu olarak dünyaya gelmiş. 14 yaşına geldiğinde artist olmak için Buenos Aires’e gelmiş. Radyoda şovlar yaparak ve tiyatroda küçük rollerde oynayarak hayatını devam ettirmiş. 1944 yılında general Juan Domingo Peron ile tanışmış. Kocası yönetimi ele alınca karısı Eva Peron’u Çalışma Bakanı olarak atamış. kocasının cumhurbaşkanı olmasında etkin rol oynamış, kadınlara seçme ve seçilme hakkı verilmesini, kimsesizler yurdu açılmasını sağlamış, fakir halka yiyecek, para ve ilaç yardımında bulunmuş, çocuklar için de yardım kampanyaları düzenlemiş. Zenginden alıp fakire dağıtan kişi olarak bilinmiş . Eva böylece hem Arjantin’de hem de tüm dünyada tanınan bir kadın olmuş. Evita Peron, 1952’de 33 yaşında gırtlak kanserinden ölmüş. Tabana kuvvet bütün kenti alt üst ederek tango’nun doğduğu mahalle olan şehrin eski semti La Boca’ya ulaştım. Fakir İtalyan göçmenlerin ilk ayak bastığı liman yerleşmesi sanki ilk günlerinden kalma fakir ve bakımsızlığının izlerini taşıyordu. İtalyanlar burayı La Plata Irmağı’nın ağız kısmı olarak gördükleri için “ağız” anlamına gelen “La Boca” demişler. Böylece şehir ilk olarak buradan gelişmeye başlamış. Şimdiki sakinleri, yılların birikimini taşıyamayıp dökülmeye yüz tutmuş evleri rengarenk boyasalarda bu döküntülüğü tamamen gizleyememişler. Tango’nun doğduğu bu sokaklarda kabadayıların, külhanbeylerin, bıçkın delikanlıların, fahişelerin mekanı olan batakhaneler kapanmış ve onların yerini şimdilerde küçük eşyalar satan dükkanlar almış. Tenekelerle çevrilmiş tek katlı ve renkli küçük küçük evlerin arasından geçip Caminito adında bir küçük meydana gelince durudum. Önümde yirmili yaşlarda bir delikanlı Kruvaze ceketi ve bir tarafa doğru eğilmiş şapkasının altından bir klark çekerek makinama bir poz verdi. Az sonra da yanında kısa etekli ve uzun file çoraplı bir bayan belirdi. Duvar dibindeki seyyar bir aletten çıkan müziğin sesiyle tango başladı. Bulunduğum yer tüm dünyadaki tangon’nun ana rahmiydi. İtalyan göçmenler geldiklerinde iş güç olmayınca Buenos Aires Limanı’na yerleşirler ve “Portenos”lara karışırlar. (liman adamlarına.) Hepsi de işi gücü olmayan, yeni dünyaya macera aramak için gelen hayata tutunamamış insanlar. Gelirken de Küba’nın neşeli şarkılarını, Brezilya’ ya Afrika’dan gelen zencilerin ritimlerini dolamışlar dillerine. Gitar eşliğinde şarkı söylemeye , küfüre, argoya, erkek erkeğe yaşamaya alışmışlar. Kadına hasret, terk ettikleri yörelere hasret. Çok geçmeden aralarına fahişeler girmiş. Bu ahlaksız sokaklar bir süre çevreden izole bir şekilde kendi yaşam tarzını ortaya çıkarmış. Böylece tango çıkmış ortaya, geeçen yüzyılın başlarında… Gardel’den miras kalan hafif eğimli fötr şapkalar ve biryantinli saçların altında haşin bakan delikanlılar, yüksek topuklu bilekten atkılı ayakkabılar, vücuda giydirilen ama derin bir yırtmacıyla tüm bacakları mermer bir sütün gibi artaya çıkaran etekler, siyah dantelin, gümüş pırıltıların arasından sıyrılan bedenler’in birbirine dolandığı bir danstı ortaya çıkan. Bu görüntülere ilk kez tanıklık eden insanlar “iyi güzel de bu işi niye ayakta yapıyorlar ki?” demekten kendilerini alamamışlar. Önceleri yalnız gitar, flüt ve keman eşliğinde söylenen tangolara, bir Almanın icadı olan, akordeona benzeyen “Bandaneon” eklenince tangolar daha da etkili olmaya başlamış. Başlangıçta limandaki barlarda, pavyonlarda, “aşağı tabakanın” eğlencesi olan tangolar, yavaş yavaş şehirde homurtulara yol açmış. Koyu katolik olan Buenos Airesli’ler; kadın erkek birbirine yapışık, bacaklar birbirinin arasında kıvrılan bedenlerin oluşturduğu dansı “Ahlaksızlık” diye reddetmeye çalışmış ama pek direnememiş. Bazı girişimciler ve müzisyenler tangoları limandan, kent kahvelerine taşımakta gecikmemiş. 1917’de Carlos Gardel, ilk tangosu “Mi Noche Triste” (Hüzünlü Gecem”) şarkısını besteleyip söylediğinde limana sıkışan tango şehrin tüm sokakları ve barlarına yayılmaya başlar. Gardel bu şarkısında yaşamın her alanını kapsayan dizelere yer vererek tango’yu hor görülen sosyal sınıfın kalın duvarları arasına sıkışmaktan kurtarıp evrensel boyuta taşınmasının yolunu açar. Aradan on yıl geçtiğinde bu kez Gardel tangoyu tüm Latin Amerika’ya ve Hollywood aracılığıyla dünyaya tanıtacaktır. Bu sırada ülkede özellikle kiliseye yakın çevrelerin baskısıyla “ahlaksızlık”la bir tutulan tango yasaklanmaya çalışılmış. Ülke bu yüzden ikiye bölünmüş. 1930’lara gelindiğinde Avrupa’da bir salgına dönüşünce, tartışmalar daha da büyümüş ve bu gelişmeler üzerine Papa devreye girip tango’yu yasaklamış. Hani reklmamın iyisi kötüsü olmazmış derler ya, yasağa karşın daha da yayılmış. Bu gelişmeler Arjantin’de tango’nun herkes tarafından benimsenmesine ve hatta milli bir kimliğe dönüşmesine neden olmuş. Gardel genç yaşta bir uçak kazasında öldüğünde ülkede yas ilan edilmiş, ona hayran bazı genç kızlar intihar etmiş. Ama onun tarzı sonraki müzisyenlere hem müziği ile hem de giyim kuşamıyla ilham kaynağı olmuş. Bir haftalık bu başkent gezimin ardından geriye, dünyanın en güzel biftekleri, güzel kafeleri, modern giyimli insanları, sayısız köpek gezdiriciler, Gardel’den kalma tango ezgileri ve Boca Juniors ile River Plate takımlarının dillere destan rekabetleri kalıyordu.
İspanya ve Portekiz kökenli Yahudiler yani Seferad'ların İspanya'dan kovulunca Osmanlı topraklarına yerleştiklerini, 2. Dünya Savaşı sırasında da Almanların onları öldüreceğinden korkup Latin Amerika'ya göçerek birçoğunun Bounos aires'e yerleştiklerini coğrafyacı gezgin Mustafa Andıç'ın Güney Amerika ''Dansın,Müziğin,Başkaldırının Sesi'' kitabından tam okuyordum ki uçağımızın Bounos aires'e inişe geçtiği anonsunu duydum.Güzel hava anlamına gelen bu şehre neden bu adın verildiğini işte bu sırada uçağın penceresinden şehre kuşbakışı bakarken anladım.Bütün sokaklar, caddeler yeşil bir taç giymişlerdi sanki.Şehir yeşil bir kalemle enine boyuna çizilmiş gibiydi.Bu kadar ağacın ,parkın,yeşil alanın olduğu bir şehirde hava güzel olmaz da ne olur ? Dev anıt ağaçların süslediği sağlı sollu parkların yanından geçerken ah burasını iyi ki TOKİ yetkilileri görmüyor yoksa ağızları sulanır hatta sulanmakla kalmazdı diye düşünmekten kendimi alamadım.Toprağın üzerinde dans eder gibi estetik kıvrımlar yapan adeta zımparalanmış ve cilalanmış gibi kökleri olan Paloborkacho ağaçları anıtsal özellikleriyle bu ülke insanlarının ağaçlara olan saygılarını ve bakış açılarını adeta bize kanıtlamak ister gibi yükseliyordu göğe doğru.Başları dimdikti, onları kesilmekten koruyacak gençlere ihtiyaçları yoktu, sadece gençleri sevgiyle kucaklıyor, gölgesinde barındırıyordu. Gomero ağaçları da Bounes aires'in adeta simgesi gibiydi, onlar da gövdeleriyle toprağın üzerinde vazolara konmuş çiçekler gibi bir görüntüye sahipti.Parklar bahçe düzenlemeleriyle zaptırapt altına alınmamış doğasına bırakılmıştı.Bu şehirde parklar gelişmişliğin kanıtı olmak istercesine düzenlenmeye çalışılmamış, aksine naturelliğin gelişmişliğin göstergesi olduğunu kanıtlamıştı. Bütün kentliler çoluk çocuk güzel havayla bu büyük parklarda kucaklaşıyorlar, koşuyorlar, kitap okuyorlar, yan gelip yatıyorlardı kızlı erkekli...
Bu şehrin Taksim Meydanı olan Plaza Major pek çok siyasi gösteriye ev sahipliği yapıyordu.İnsanlar sloganlar atıyor, serbest kürsüden kitleye hitap ediyor, bayraklar , flamalar açılıyor, pankartlar insanların demokratik hakları gereği düşüncelerini ifade edebilmelerine aracılık ediyordu. Darbeler ülkesi olarak bilinen Arjantin, yıllar içinde demokratikleşmenin mutluluğunu özgürce yaşıyordu.
Dünyanın akustiği en iyi olan Milano'daki La Scala operasından sonra gelen Colon Tiyatrosu ( 1908 ) , ülkenin ilk bayrağının asıldığı 67,57 m yüksekliğindeki ünlü Obelisk sütunu ve 140 metre genişliğinde dünyanın en geniş caddesi ünvanına sahip olan 9 Temmuz caddesi ile ünlü olan Bounos aires'e haklı bir ün daha getiren Eva Peron'un da mezarının bulunduğu Recoleta Mezarlığı maddi güç gösterisinin öldükten sonra da devam edebileceğinin göstergesi gibiydi. Bir mezar yerinin şehrin iyi bir semtinde alınabilecek güzel bir ev fiyatı kadar olduğu söylenen bu mezarlık ana caddesi ve bu caddeyi kesen sokakları ve ihtişamlı ev benzeri mezarlarıyla dünyada eşi benzeri olmayan bir yerdi.Önce bu alanın içinde bulunan kilisenin baş papazının defnedilmesi amacıyla inşa edilen, sonra devlet adamlarının da gömülmeye başlandığı Ricoleta mezarlığı zaman içinde parayı bastıran sıradan kişilerin de ebedi istirahatgahı olmuş.Ölülerin özel bir işleme tabi tutulduktan sonra tabutların içinde saklandıkları kat kat gözlerden oluşan mezarlar içinde kişilerin özel bazı eşyalarının, çerçevelenmiş resimlerinin, vazo ya da saksı içinde çiçeklerinin , dantel örtülerinin süslediği, kapıyla içeri girilebilen evler gibiydi.Kimi mezarlar sade taşlardan yapılmışken, kimi mezarlar dev heykellerle, sembollerle,hatta altın objelerle süslenmişti.Yan yana yapılan iki mezardan biri bir diğerine ben senden daha zenginim, benim babam senin babanı döver diye caka satar gibiydi.Mezarı burada bulunan Eva Peron fakir halkın sevgilisiyken zenginlerce de pek sevilmezmiş.Çünkü iktidara geldiğinde zenginden alıp fakire verecek yasaları eşi Arjantin Başkanı Juan Domingo Perón ile birlikte düzenleyen María Eva Duarte de Perón İspanyolca "Küçük Eva" anlamına gelen Evita lakabıyla bilinirdi. Evita'nın mezarı buradaki en sade mezarlardan biriydi.
Rio de la Plata (İspanyolca Gümüş Nehri) Güney Amerika nehirleri Rio Paraná ve Rio Uruguay'ın beraber oluşturdukları 290 km uzunluğunda ve 220 kilometreye varan genişlikte, Atlas Okyanusu'na açılan bir nehir ağzında oluşmuş Tiger Deltası görülmeye değer.Sadece deniz yoluyla ulaşılabilen iskeleleriyle ünlü lüks yazlık evlerin, yüzen marketlerin bulunduğu nehirde içerilere doğru gidildikçe evlerin ihtişamı yerini orta gelirli halkın mütevazi evlerine bırakıyor. Bu evlerin sakinlerini taşıyan motor iskelelerinde ellerinde bavulları, eşyalarıyla bekleyen insanlar bana İstanbul'daki Adalar iskelesini hatırlatıyor.Yine nehrin iki yakasındaki yeşillik suyun boz rengini saymazsak beni huzura doğru yola çıkarıyor.İyi ki buradayım !!!
Bir futbolcunun tarikatının olduğu başka bir ülke olduğunu sanmıyorum Arjantin'in dışında. La Bombonera, efsanevi Maradona'nın boy boy duvar resimlerinin, posterlerinin olduğu La Boca bölgesinde yer alan ve Arjantin'in köklü kulüplerinden Boca Juniors'un iç saha maçlarını oynadığı stadyumdur. Stadyum, La Bombonera adını şeker kutusuna benzeyen mimarisinden dolayı almıştır. Halkın takımı olarak nitelendirilen La Boca'nın ezeli rakibi aristokratların takımı olarak bilinen River Plate'dir. La Boca'nın sarı lacivert rengi, renklerini River Plate ile oynadığı bir maçtaki yenilginin ardından kaybeden La Boca'nın ilk gelen geminin bordasında çekili bayrağın renklerini almasıyla oluşmuştur.Bu hikaye stadyumun duvarında resmedilmiştir.
'' Tanrının eli ''olarak inanılan Maradona'nın 1986 Dünya Kupası'nda İngiltere'ye elle attığı gol İngilizlerce "skandal" olarak görülse de Arjantin'de "Maradona Tarikatı"na gönül veren 15 bin kişi için her sene bir bayram olarak kutlanır. 2002'de kurulan tarikat, ünlü futbolcuyu dünya üstü bir varlık olarak kabul eder.Tüm dünyada müritleri bulunan tarikatın bazı şartları şöyle: İngiltere'ye attığı gölün tanrının bir lütfü olduğuna, o elin Maradona'nın elini kullanan Tanrı'ya ait olduğuna inanmak. Futbolu canından çok sevmek. Kendini Maradona'nın yüceltilmesine adamak. Maradona'yı asla bir takıma maletmemek. Çok ilginç değil mi ?
Bounos aires'e gelip de tangonun doğum yeri olan La Boca'ya gidilmez mi, oraya gidip sokaklara taşan tango izlenmez mi ? Tango'nun babası olan Carlos Gardel saygıyla anılmaz mı ? Rengarenk teneke evlerin minicik balkonlarından sarkan saçına kondurduğu çiçeği ve kırmızı rujuyla esmer tenli Arjantin'li erkeklere kur yapan kadınların ateşli dansı belleklere kazınmaz mı ?
La Boca'da 19. yüzyıldan kalma tarihi evler fakirliğin verdiği parasızlık nedeniyle döküntü bir görünüm almıştı ama ne dökülen evler, ne teneke mahalleler bu semtin halkının keyfini azaltmamıştı, dans sokaklara taşmıştı. Yan yana sıralanmış restoranlar kendi küçücük sahnelerini kurmuşlardı.Bu sahnelerde tango yapan dansçıların ahenkli figürlerine takılı gözlerle ne yediğinin farkına varamamak da işin bir başka keyfiydi.
Döküntü binaların duvarlarındaki grafitileriyle, tango yapan çiftlerle fotoğraf çektirmek için sıraya giren turist kafileleriyle, arnavut kaldırımlı meydanları etrafına dizilmiş cafeleriyle ,rengarenk teneke evleriyle ahenkli bir şehirdir Bounos aires.